Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Bölünür parçalanır mıyız?

Bölünür parçalanır mıyız?

Bazıları bölünme-parçalanma vehminden (kuruntu) kurtulamıyor: Sarı yaprak yere düşse “bölünüyoruz-parçalanıyoruz” çığlığı atıyorlar…

Bu vehim cumhuriyetle yaşıt: Yanlış hatırlamıyorsam ilk kez bu çığlık, 18 Ekim 1920’de Atatürk tarafından, yakın arkadaşları Yunus Nadi ve Mahmut Esat Bozkurt’a (Adalet Bakanı) kurdurulan Türkiye Komünist Partisi’nin kapatılma sürecinde atıldı…
Komünistler bu parti kanalıyla fişlenmiş, sıra defterlerini dürmeye gelmişti. Meşhur komünistlerden Mustafa Suphi ve Nejat Edhem başta olmak üzere 15 komünist, Karadeniz’de yol alan teknede “bölünmeyelim-parçalanmayalım” gerekçesiyle vahşice öldürüldüler (28-29 Ocak1921). 
Böyle bir durum karşısında cinayeti sorgulayamazdınız: Zira bölücülüğe destek vermekle suçlanırdınız. Zaten o tarihte sorgu-sual etmek kimin haddine! 
Sonrasında, Kâzım Karabekir ve arkadaşları (Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele ve Adnan Adıvar) tarafından, 17 Kasım 1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kuruldu. Kurulur kurulmaz da iktidar canibinden aynı çığlık yükseldi:
“Bölünüyoruz-Parçalanıyoruz!”
“Yandaş” ve de “Candaş” kalemler bu vehmi yurt sathına öyle ustaca pompaladılar ki, iktidar “Takrir-i Sükûn Kanunu” çıkarıp ağızlara kilit vurduğunda ve bu kanuna istinaden Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kapattığında (3 Haziran 1925) kimsenin gıkı bile çıkmadı.
Derken Serbest Cumhuriyet Fırkası siyaset meydanına sürüldü (12 Ağustos 1930). Bunu da Atatürk en yakın arkadaşlarına kurdurmuş, kızkardeşi Makbule Hanım’ı da “garanti” olarak kurucular arasına koymuştu (18 Aralık 1930).
Parti 3,5 ay kadar süren siyasi yaşamında öyle şeyler yaşadı, bölücülükten irticaya kadar netameli konularda öyle yoğun suçlandı ki, Atatürk’ün verdiği garantiye güvenip genel başkanlığı kabul eden Fethi Okyar, pes etmek zorunda kaldı: Kepenk indirdi.
Fethi Bey, “Ben mi bölücüyüm, ben mi mürteciyim?” diye bas bas bağırıyor, ama iktidara ve iktidar medyasına sesini duyuramıyordu.
Dersim İsyanı, Şeyh Sait İsyanı, Menemen Olayı, İzmir Suikastı, Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey’in ve Atatürk’ün Muhafız Alayı Komutanı Giresunlu Topal Osman Ağa’nın katli gibi, mahiyeti tam olarak hâlâ anlaşılmamış (demokratik bir anayasamız olunca anlaşılır) olaylar, hep “bölünme-parçalanma” çığlıkları eşliğinde yaşandı.
Birleşmiş Milletler’e, NATO’ya girerken ve Avrupa Birliği ile müzakerelere başlarken de aynı çığlık yoğun biçimde koptu: “Bizim hakkımızda başkaları karar verecek, Türk bayrağı indirilip BM, NATO ve AB bayrakları çekilecek” diye bağırmaktan helâk oldular.
Bugün aynı vehim başka alanlarda da pompalanıyor…
Devlet yabancılara toprak mı satıyor? “Eyvah!.. Bölünüyoruz-parçalanıyoruz!”
Kürtçe televizyon mu açılıyor, yayın serbestisi mi getiriliyor, alfabeye iki harf mı ekleniyor, “andımız” mı kaldırılıyor, kamusal alanda başörtülüye özgürlük mü tanınıyor, yine feryad-ü figân geliyor: “Bölünüyoruz-parçalanıyoruz!”
Devlet, Halkına özgürlük yollarını mı açıyor, azınlıkların vaktiyle gasp edilmiş mallarını iade mi ediyor?.. “Ahan da bölünüyoruz-parçalanıyoruz!”
Hayır, bölünmüyoruz dostlar, güçleniyoruz!..
Kendimize güvenimiz geliyor…
Ne kadar özgürlük, ne kadar insan hakları, ne kadar demokrasi o kadar güç, o kadar kuvvet, o kadar güven.
Vaktinde çağın gereklerine göre düzenlemeler yapamazsanız, halkınızı sürekli kısıtlarsanız, kişisel hak ve özgürlükleri alabildiğine sınırlarsanız ve Türk, Kürt, Alevi, Sünni ayırımı yaparsanız, işte asıl o zaman bölünürsünüz.
Son sözüm şu: “Bölünme-parçalanma” vehmi, tarih boyunca özgürlükleri kısıtlamak için kullanılmış bir tuzaktır!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
5 Yorum
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi