Yaşar Değirmenci

Yaşar Değirmenci

İyilerin mezarlığında ölmek mi, iyilerin ameliyle yaşamak mı?

İyilerin mezarlığında ölmek mi, iyilerin ameliyle yaşamak mı?

Bazı Hacı adaylarımız, ‘inşallah o kutsal mekânlarda ölür, orada kalırız’ temennisiyle çıkmışlar yolculuğa. Bu temenniyi duyan okuyucum da sorusunu şöyle sormuş: “Hacılarımızın bazılarının orada ölmeyi kurtarıcı bir son olarak görmeleri gerçekten de kurtarıcı olabilir mi? Nitekim bazı tanıdıklarımız da burada gösterişli mezar yerleri alıyor, mermer mezarlıklarda kalmayı uygun buluyorlar. İnsanı koruyacak olan, içine konulacakları meşhur mezarlıklar mı, yoksa yanlarında götürecekleri salih amelleri, İslâmî hizmetleri mi? Kurtarıcı olan hangisi, merak ediyoruz?”
Aslında hepimizin bildiği gerçek odur ki; insan, nerede olursa olsun, baştan ölmeyi değil, yaşamayı dilemelidir Rabbinden. Çünkü ölen insanın hayırlı amelleri sona erer, bir daha sevap getiren bir hizmeti olmaz. Ama yaşayan insanın hayırlı hizmetleri devam eder. Öyle ise ameli sona erdiren ölmeyi değil de, sevabı devam ettiren yaşamayı dilemeli, hizmetleri çoğaltmayı hedef almalıdır. Çünkü insanı gömüldüğü mezarlık değil, yanında götürdüğü ameli, İslâmî hizmetleri kurtarır.
Bu sebeple kabrin kutsal sayılan bir mevkide olması, falan ve filan zatların yakınında bulunması pek mühim sayılmaz. “Kendi ameli kendini gerileteni, nesebi ve yakınları ilerletemez” uyarısı vardır hadislerde. Kim olursa olsun, kendi ameliyle muhakeme ve muhasebe olacaktır mezarında!
Rabbimiz âdildir. İnsanları kendi ameliyle hesaba çeker. Başkasının ne günahını yükletir kendisine, ne de sevabını. “Her nefs kendi kazancının rehinesidir!’’ buyurmuştur ‘Müddessir’ Sûresi’nde.
İsterseniz bu karıştırılan konuya, orada ölmek isteyen bir Hacı efendinin şu istihare rüyasıyla da bakabiliriz.
Geçmişte Hacı efendinin biri mutlaka kutsal yerlerde kalmak niyetiyle gider Hacc’a. Ne var ki, orada bir türlü hastalanıp kalma ihtimali belirmez. Bu defa aklına koyar ki, bir suç işleyip de orada yakalanıp hapse atılsın, böylece hastalanıp oranın mezarlığına konma ihtimali söz konusu olsun. Düşündüğünü yapmak için bir mağazada baktığı eşyalardan bir kısmını çantasına koyarak çalıyor görüntüsü verirken yakalanır. Ancak bir Hacının mal çalmasını normal bulmayan mağaza sahibi, işin aslını öğrenmek için sorularla sıkıştırınca, Hacı efendi çözülür: “Ben der, burada ölüp buranın mezarlığına konmak için işledim bu suçu!” Mağaza sahibi, maneviyatı gelişmiş biriymiş anlaşılan...
- Efendi der, sen saf birine benziyorsun, senin istiharenden bir işaret çıkabilir sana. Bu gece yatağına abdestli olarak gir, ‘Ya Rab, bana bura mezarlığında ölme konusunda bir işaret göster’ diyerek uyu. Muhtemeldir ki, senin istiharen kabul olur, rüyanda bir işaret alırsın. Sabah gel, bana anlat gördüğün rüyayı...
Söyleneni aynen uygular Hacı efendi. O geceki istiharesinde gördüğü rüyayı da sabah gelip aynen anlatırken: ‘Şaşırdım der, tabutlar içinde bir kısım cenazeler dışarıdan getirilip buradaki mezarlığa gömüldü. Buradaki mezarlıktan da bazı cenazeler alınıp dışarıya götürüldü. Bu ne demektir, bir türlü anlayamadım!’
Mağaza sahibi şöyle yorumlar, getirilip-götürülen cenazeleri:
- Buraya getirilen cenazeler, memleketlerinde ölenler. Buraya lâyık amel ve hizmet içinde öldüklerinden getiriliyorlar. Buradan götürülenler de burada ölenler. Onlar da burada bırakılmayıp lâyık oldukları memleketlerine götürülüyorlar. Herkes amelinin ve hizmetinin derecesine göre muamele görür mezarında. Buraya lâyıksa orada bırakılmaz, oraya lâyıksa burada tutulmaz. Önemli olan, burada ölmek değil, buraya lâyık amel ve hizmet içinde yaşamaktır.
Dikkatle dinlediği bu yorumu başını sallayarak tasdik eden Hacı efendinin söylendiği duyulur:
- Demek ki iyilerin mezarlığında ölmeyi dilemek yerine, iyilerin amel ve ahlâkıyla yaşayarak hizmet etmeyi dilemek gerekiyormuş...
Bilmem siz nasıl bakıyorsunuz konuya? İyilerin de bulunduğu mezarlıkta ölmek mi, iyilerin amel ve ahlâkıyla yaşayarak hizmete devam etmek mi? Hayırlısı hangisi?
Ahmed
ŞAHİN
Vahyin Dilinden
“Bu, cennetle müjdelenen samimi mü’minler, günah işlemekten vazgeçip, Allah’a itaate yönelenler, tevbe edenler, Allah’ı ilâh tanıyanlar, candan Müslüman olarak Allah’a bağlananlar, saygıyla kulluk ve ibadette dâim olanlar, O’nun şeriatına bağlananlar, O’na boyun eğenler, her türlü hal içinde hamdedenler, oruç tutanlar, mescitlere devam edenler, cihad için tebliğ için yollara düşenler, cemaat halinde rükûa vararak namaz kılanlar, saygıyla Allah’ın emirlerine itaat ederek, İslâmî faaliyetlere-kamu hizmetine katılanlar, secdelere kapananlar, Kur’ân’ın ve sünnetin hükümlerini, meşrû olanı, İslâmî kurallarla örtüşen örfü, ilmî verileri, mü’minlerin tasvip ettiği, icrasında hayır gördüğü planları, programları, adâleti uygulayarak kamu düzenini sağlayanlar, sekizinci olarak şeriatın suç saydığı, haram kıldığı, kamu vicdanının tasvip etmediği, mü’minlerin icrasında hayır görmediği şeyleri, bunların savunuculuğunu, sözcülüğünü yasaklayarak, önleyici tedbirler alarak kamu güvenliğini temin edenler Allah’ın koyduğu kuralları, kanunları koruyanlardır. Bu mü’minleri dünya hâkimiyeti ve âhiret saadetiyle müjdele.”
9 Tevbe, 112. Âyet
Allah Rasûlü’nden
Rasûlullah (s.a.v) buyurdular:
(Nefsâniyetle dolu) dünya lezzetleri, âhiretin acılarıdır. (İmtihan mâhiyetindeki) dünyanın acıları ise âhiretin lezzetleridir.
Hâkim, Müstedrek
Günün Sözü
Güzel ahlâk, suyun kiri yok ettiği gibi kusuru yok eder.
Hz. Ali Senden
af diliyorum
Ya Rabbi!
Ya Rabbi! Kusurlarımızı ört, korkulardan emin kıl ve borçlarımızı ödemeyi nasip eyle! Sıhhat, afiyet ve güzel ahlâk ver! Kaza ve kaderine rıza gösterenlerden eyle! (Âmin!)
Ya Rabbi! Gece ve gündüz gelecek kötülüklerden, sıkıntılardan, kötü arkadaştan ve kötü komşudan Sana sığınırım. Ölünceye kadar ibadet etmemizi, ömrümüzün hayırlı amellerle sona ermesini nasip et ve Cennetini ihsan eyle! (Âmin!)
Allah’ım! Benim ellerim küçük; ama bir ihtiyaç sahibine yardım edecek kadar değil. Benim ayaklarım kısa; ama bir komşu ya da hastayı ziyaret edecek kadar değil. Benim sesim kısık; ama hakkı dillendirecek kadar değil. Öyleyse, Sen beni bunları yapanlardan eyle! (Âmin!)
Zihnimle yaptığım zorbalık için, sözle yaptığım zorbalık için, bedenimle yaptığım zorbalık için Senden af diliyorum Allah’ım!
İlk insan hakları
mahkemesi
KISSADAN HİSSE
Hicretin 17. senesinde Halife Hazreti Ömer, ziyaretçi çokluğundan dolayı Resulullah’ın mescidini genişletmek istemişti. Bunun için Türbe-i Saadet’in etrafındaki arsaları istimlak edip mescide katması gerekiyordu.
Çevredeki arsa ve ev sahiplerine tekliflerde bulundu:
- Evinizi, arsanızı Resulullah’ın mescidini genişletmek için satın almak istiyorum. Kimse malının değerinden aşağısını vereceğimi sanmasın. Herkes kıymetini söylesin, gönlünden geçirdiği fiyatı bildirsin. Resulullah’ın mescidine zorla alınmış arsa ilave etmeyi düşünmüyorum.
Herkes arsa ve evinin değerini söyler, binalar, arsalar satın alınır, Resulullah’ın mescidi genişletilmeye müsait duruma gelir. Ancak bir pürüz var. Onu da halletmek gerekiyor.
- Nedir o pürüz?
Hazreti Abbas. Abbas, arsasını satmak istemiyor. Mescide de olsa vermeyi düşünmüyor.
Halife bizzat meşgul olur, tekliflerini tekrar eder:
- Ya Abbas, arsanın değerinden aşağısını vermeyi düşünmüyoruz. Resulullah’ın mescidine böyle zorla alınmış bir arsa ilave etmeyi de uygun bulmuyoruz. Şayet verilen fiyat az geliyorsa emsallerinden de fazla fiyat vereyim, arsanı ver de bu iş bitsin. Mescid-i Nebi, ziyaretçileri içine alacak dereceye ulaşmış olsun, ihtiyacı karşılayacak hale gelsin.
Hayret! Abbas’tan beklenmeyen tavır:
- Hayır, mülk benimse fazla fiyat verseniz de satmak istemiyorum. Zorla alacaksanız o başka!
İçinden çıkılmaz bir durum söz konusu olunca Halife olayı mahkemeye intikal ettirir.
Hakim meşhur hukukçu Übey bin Kab.
Taraflar huzurdalar. Devletin iddiası:
- Biz yönetim olarak Abbas’a değerinden fazla fiyat verdik, artık diretmemeli, arsasını vermeli ki, Resulullah’ın mescidi ihtiyacı karşılayacak şekilde genişleme imkânı bulsun.
Abbas’ın cevabı:
- Arsa benimse, mülküme ben sahipsem değerinden fazla da verseler vermek istemiyorum. Ne para zoruyla, ne de mescide ilave etmek iddiasıyla mülkümü elimden kimse alamaz.
Mahkemenin kararı:
- İslâm hukukunun gereği, kimse, başkasının mülkünü ve arazisini isterse para zoruyla olsun alamaz. Mescid için de olsa mal sahibini zorlayamaz. Abbas’ın mülkü Abbas’ta kalacak, hükümet istimlak için zorlayamayacaktır.
Mahkemenin tartışma götürmez bu kararı kesinleştikten sonra taraflar kalkıp gitmek üzere kapıya yönelmişken bir ses işitilir. Bu ses, Abbas’tan başkasının sesi değildir.
Bakın ne diyor Abbas:
- Ya Übey, mahkeme bitmiş, karar kesinleşmiştir değil mi?
- Evet mahkeme bitmiş, karar kesinleşmiştir. Kimse senin arsanı fazla fiyat vererek de olsa zorla alamaz.
- Öyle ise şimdi beni dinleyin. Mahkemenize açıkça ifade ediyorum. Arsamı şu andan itibaren Resulullah’ın mescidine ilhak edilmek üzere veriyorum. Hem de tek kuruş almadan, hiçbir maddi menfaat beklemeden. Hepiniz şahit olun, parayla alınamayan arsam, hiçbir karşılık verilmeden Resulullah’ın mescidine hibe edilmiştir ve mülk bu andan itibaren halifenin tasarrufuna girmiştir.
Übey bin Kab’ın sorusu:
- Ey Abbas, neden böyle bir tutumu tercih ettin? Önce aşırı fiyatla da olsa vermedin, şimdi ise parasız hibe ediyorsun?
Abbas’ın kitaplık çapta cevabı tek cümleden ibaret:
- İslâm’ın insan haklarına gösterdiği saygıyı dünyaya duyurmak için!..
Efendimiz’in Hayatından
Farklılığın sebebini
izah eden bir Peygamber Ashâb-ı kirâm bir gün Rasûlullâh Efendimiz’e şöyle sordular: “Bir mü’mini huşû içinde, diğer bir mü’mini de huşûdan mahrum görüyoruz. Bu farklılığın sebebi nedir?”
Rasûlullâh (s.a.v) şöyle cevap verdi:
“Îmânın tadını alan mü’min, huşû sâhibi olur. Îmânın tadını alamayan mü’min ise huşû sâhibi olamaz!”
“Peki, îmânın tadı nasıl elde edilir, ona nasıl ulaşılır?” diye sorulunca Peygamber Efendimiz şöyle buyurdular:
“Ona Allah sevgisinde sâdık olmakla ulaşılır.”
Ashâb-ı kirâm bu defa, “Allah sevgisi ne ile elde edilir?” diye sordular.
Rasûl-i Ekrem Efendimiz, “Allah’ın Rasûlü’ne muhabbetle elde edilir. Bu sebeple siz, Allah ve Rasûlü’nün rızâsını, yine Allah ve Rasûlü’ne muhabbet beslemekte arayınız” buyurdular. 

NÜKTE
Hangi
insan
iyidir?
Abdülmelik bin Mervan’a “Hangi insan daha iyidir?” diye sormuşlar. Şöyle cevap verdi: “Gücü yeterken alçakgönüllü olan, hevesi varken kötülükleri terkeden, intikam almaya gücü yeterken affeden kimsedir.”
Büyük
adam
nasıl
doğar?
İki çocuk aralarında konuşuyorlardı. Birisi diğerine sormuş: “Sizin kasabada hiç büyük insan doğmuş mu?” Diğeri cevap vermiş: “Hayır, bizim orada insanlar hep bebek doğar.” Dünden Bugüne
Bir ‘âlim’ tavrı
Halife Mansûr, Ebu Hanife’ye hürmet eder, ilgi gösterirdi. Bir defasında yüklü bir hediye gönderip duasını almak istedi.
Ebu Hanife hediyeyi kabul etmeyip geri gönderdi.
Halbuki, değil hediyesini almak, terliklerine el sürmek için yarışanlar vardı.
Mansûr, hediyesini neden kabul etmediğini sorunca şu cevabı verdi:
“Mü’minlerin emiri olarak bana verdiğiniz hediye, sizin kendi malınızdan olsa onu geri çevirmezdim. Verdiğiniz Müslümanların malındandı. Benim o malda hakkım yok ki, nasıl alayım!”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yaşar Değirmenci Arşivi