Fatih Uğurlu

Fatih Uğurlu

Sen Oradan Kıracaksın Zinciri, Ben Buradan!

Sen Oradan Kıracaksın Zinciri, Ben Buradan!

Anadolu’da icabettiği zaman dillerden dökülen bir beddua vardır. “Bayramlar üstüne kara gelsin!”. Yani senin de en mutlu günün acı ile dolsun, bana yaptığın kötülükler kaşığında çıksın, sen de yaşa... Bayramla ilgili bir yazı yazmayı düşündüğümde kalemime ilk takılan bu beddua oluyor. Zira 90 yıllık cumhuriyet tarihinde bize çokça reva görülen ve her biri yüreklerimize bir baldıran zehiri gibi oturan o yaşadıklarımızdan sonra, “Ne iyi yaptınız, bize bu acıları çektirdiniz mi?” diyecektik!

Çok çektik çoook! Allahım bize bunları yaşatanları “Ya ıslah et, ya da kahhar sıfatınla kahret!” diye dua ettik. Yüreğimiz yangın yeri gibiydi, kendi ülkemizde “parya” gibiydik. Ne yiyeceğimize, nasıl giyineceğimize, ezanımızın nasıl olacağına, başımızı nasıl örteceğimize, hangi müziği dinleyeceğimize, çocuklarımızı hangi okula göndereceğimize, hangi yaşta onlara Kur’an’ı öğretebileceğimize, o yıl hacca gidip gidemeyeceğimize, kurbanımızın derisini kime vereceğimize efendilerimiz karar verirlerdi, öyle ya bizler o meşhuur cumhuriyet valisi Nevzat Tandoğan’ın veciz bir şekilde ifade ettiği gibi iki görevi yerine getirmekle mükelleftik: “Toprağı ekip, mahsul yetiştirmek ve istendiği zamanda da çocuklarımızı askere göndermek!”

Yani onların gözünde sağmal birer inektik, etinden, sütünden, derisinden faydalanılan bir inek! O yüzden olsa gerek ne yiyeceğimize onlar karar verir ve istedikleri zaman da bizi ilahlarına kurban ederlerdi. Bazen kurallarını kendilerinin koyduğu “Demokrasi” denilen bir oyunu milletçe hepimize oynatırlar, önümüze seçim sandığı koyarlar ve “kendi kendinizi idare edeceksiniz” derlerdi. Biz de çocuklar gibi sevinirdik. Öyle ya artık bizim seçtiğimiz başbakanlar ülkeyi yönetecek, istedikleri valileri atayacak. İstediğimiz insanlar belediye başkanı olacaklardı. Bir de bakardık ki bir bayram günü kutlama yapılırken o ilin garnizon komutanı hışımla gürlemekte: “Buradaki başörtülüler derhal salonu terk etsinler, kamusal alanda yasak olduğunu bilmiyor musunuz!”

Ve o vali ile belediye başkanının eşi bir cüzzamlı gibi salonu terk ederlerdi. Bu insanlık onurunu zedeleyen muameleye sadece onlar mı muhatap oluyordu. Başbakan ve Allah’ın bir lütfu olarak tüm bariyerleri aşarak Çankaya’ya çıkan cumhurbaşkanının eşi bile bu alçakça muameleye tabi tutulacaktı. Bu memleket onların babalarının tapulu malıydı ve bizler de onların yanında karın tokluğuna çalışan ırgatları idik. Ne yapsalar ses çıkarma hakkımız yoktu. “Kan yutacak, fakat kızılcık şerbeti içtik” diyecektik. Aksi halde Yassıada’da örneği gösterilen mahkemelerde yargılanır ve kodesi boylardık. Genlerimize korku zerketmek için oylarımızla seçilen başbakanı ve 2 bakanı asmakta bir an bile tereddüt etmediler. Daha bu cumhuriyeti kurarken erkekçe söylememişler miydi:

“Asacağız, asılacağız ve başarıya ulaşacağız!

Nitekim öyle de oldu. Tıpkı örnek aldıkları batıdaki masal kahramanları birer vampirdiler, kana doymuyorlardı. En sonunda hızlarını alamayıp Fatih ve Beyazıt Camii’ni bombalamayı bile hedeflerine koydular. Ve bir gün galiba cezamız doldu, ilahi bir lütfa mazhar olduk. Bu zulmün elebaşıları tutuklanıp Silivri’ye, Hasdal’a, Sincan’a dolduruldular. Artık istediğimiz gibi giyinecek, istediğimiz gibi kurbanlar kesip, derilerini canımız nereye isterse verecektik. Kapatılan okullarımızı açacak, çocuklarımıza istedikleri yaşta Kur’an öğretimi yapabilecektik. Artık başörtülüler cüzzamlı muamelesi görmeyecekti. Özgürlük, evet herkese! Hatta bize bu zulümleri yaşatanlara bile. Çünkü insan olmanın hepimize yüklediği sorumluluk bu. Bu özgürlüğe sadece bizim değil, tüm insanlığın ihtiyacı var. Ne diyor Salih Mirzabeyoğlu ünlü destanında:

Sen oradan kıracaksın zinciri, ben buradan.

Bir gün kavuşacak ellerimiz!

Yeryüzünün bu çağrıya ihtiyacı var, tabii bayram tadında günler yaşamak istiyorsak!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fatih Uğurlu Arşivi