Ersoy Dede

Ersoy Dede

Suçlumuz Serdar Ortaç mı?

Suçlumuz Serdar Ortaç mı?

Bizim eski hastalığımızdır meseleleri kendi koşulları dışına çıkarıp analiz etmek.. Ondandır sürekli çuvallamamız. Özellikle sosyolojik konularda belli çıkarımlar yapacaksak, dönemi yok sayarak yapamayız. Geçen akşam televizyonda Serdar Ortaç’ı dinlerken bir kez daha gittim o günlere.. Diyordu ki Serdar Ortaç; “Kürtçe merhaba demenin bile suç sayıldığı günlerden söz ediyoruz”... Bugün Ahmet Kaya’ya çatal bıçakların fırlatıldığı MGD Ödül Töreni görüntüleri üzerinden magazin figürü bir kamyon süs bebeğini dilim dilim doğramak işin kolay yanı. Oysa Ahmet Kaya ve savunduğu değerlere karşı duruş üzerinden ortaya konan algının sorgulanması gerekmez mi evvela?

PARANOYAK BİR DÖNEMDEN GEÇİYORDUK

Hep “çatal-bıçak fırlattılar” deyip hayıflandığımız o görüntülerin yaşandığı tarihi tam olarak hatırlayan var mı? Arz edeyim.. 11 Şubat 1999... Bu tarihin kendi başına bir önemi yok. Şimdi vereceğim tarihle birlikte düşünün. Öcalan’ın yakalandığı tarih ise 15 Şubat 1999.. Yani bu olaylı geceden sadece üç gün sonra yakalanmış Abdullah Öcalan.. Yakalandığı tarihten geriye gidersek ise çarpıcı bir diplomatik gerçekle karşı karşıya kalıyoruz..

MURAT 131’LERİ DENİZE ATMIŞTIK

16 Eylül 1998’de Hatay Reyhanlı’ya giden dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Atilla Ateş’in, “Sabrımızı taşırmasınlar” sözleriyle başlayan yakalama sürecinde ikinci ve en önemli çıkış, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 1 Ekim 1998’de, TBMM’nin açılışında yaptığı “Suriye’ye karşı mukabelede bulunma hakkımızı saklı tuttuğumuzu, sabrımızın taşmak üzere olduğunu bir kere daha tüm dünyaya ilan ediyorum” açıklaması oldu.. Bu çıkış üzerine Suriye’den ayrılmak zorunda kalan Öcalan, Yunanistan, Rusya, İtalya hattında kendine güvenli bir ülke aramaya başladı. İtalya’nın Öcalan’ı rahat ettirme çalışmaları başladığı günlerde ise bizim caddelerimizde İtalyan arabası zannedilerek Murat 131 arabalar yakılmaya, canlı yayınlarda İtalyan marka kravatlar kesilmeye başlanmıştı.. PKK’ya duyduğumuz öfke, hakkında hiçbir fikrimiz olmayan İtalya’ya yönelmişti bir anda.. Toplumsal bir travma yaşıyorduk. Öfkemiz sınırları zorlamaya başlamıştı. Birileri öyle bir kampanya yürütüyordu ki, PKK aynı zamanda; Kürtçe, Kürt sosyal-siyasal ve kültürel hakları gibi algılanıyordu.. Sokaklarda; “başlarım sizin Kürtçenizden” şeklinde entelektüel (!) analizler yapılıyordu.

AHMET KAYA BUNU BİLİYORDU

Bunun da en fazla farkında olan isim kuşkusuz Ahmet Kaya idi.. Çünkü o masanın her iki tarafında da olabiliyordu.. Bir taraftan “Ahmet Abi’nin Vapuru” gibi televizyon programları yapıyor ve magazinin tam göbeğinde resim veriyordu bir yandan resitallerle ezilenlerin yanında pozisyon alabiliyordu.. O akşam kendi arkadaşlarının, o mâlum konuşmaya ne tepki vereceğini de sanırım az-çok kestiriyordu.. Bakın bir kez daha söylüyorum. 4 gün sonra yakalanan Öcalan için yürütülen kampanya öyle - böyle değildi o günlerde. Hatırlayın lütfen nasıl paranoyak bir ruh hali içindeydik. Osmanbey’de “Nejatobella” gibi İtalyan özentisi gömlekçiler markalarını değiştirdi bir günde.. Normal şeyler yaşamıyorduk. Adam kullandığı Şahin arabayı denize attı. Nasıl anlatayım başka. Diyeceğim o ki, Ahmet Kaya’ya sosyal lincin en masumudur o MGD ödül töreni. En izah edilebileni.

BAKIŞ AÇINIZI DEĞİŞTİRİN

“Parayı Veren Ahmet’i Alır” başlıklı yazısıyla, Ahmet Kaya hakkında demediğini bırakmayan Fatih Altaylı bile, görünür gerçeklik ilkesi çerçevesinde yazdığı yazının haklı olduğunu söylüyorsa, (ki argümanları açısından değerlendirirseniz haklıdır da)  Serdar Ortaç dünyanın en masum adamıdır.. Bence Ahmet Kaya Meselesi’ne baktığımız yer MGD ödül töreni falan olmamalı. Orada bir şey yok. Cem Yılmaz bir filminde diyor ya; “Bakış açınızı değiştirin”.. Kalın sağlıcakla..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ersoy Dede Arşivi