Faruk Köse

Faruk Köse

At izi - it izi...

At izi - it izi...

Allahu Teala “Hakkı batıl ile karıştırmayın” buyuruyor. Hakkın batıl ile karışması, bir nevi eskilerin “it izi at izine karıştı” tabir ettiği durumu doğurur. Bu durumda öyle bir karışıklık oluşturulur ki, “iyiyi kötüden ayırmak” mümkün olmaz.
İt izini at izine karıştıranlar, hangi konuda olursa olsun, yaptıklarında ve söylediklerinde bir sürü “doğru ve iyi/güzel veri”ye dayanırlar. Ancak bu doğrulara, iyilere/güzellere pek çok “yanlış, yalan ve kötü/çirkin” katarlar. Yani az miktarda doğruyu çok miktarda yanlışa değil, az miktarda ama “esası bozacak nitelikte yanlış”ı, çok miktarda doğruya karıştırırlar. Sen dikkatini doğrulara vermişken, onlar yanlışları zihnine çoktan enjekte etmişlerdir.
Bugün itibariyle “sosyal doku”da görülen “çirkeflik”lerin, işte bu “it izini at izine karıştırmak” suretiyle inşâ edildiğini söyleyebiliriz. İsterseniz, gündemin üst sıralarındaki “birkaç örnek”le meseleyi vuzuha kavuşturmaya çalışalım.
¥
Gazetemiz Akit’e karşı yapılan “saldırı-eylem”den haberiniz vardır. Akit bu tür saldırılara bidayetten beri alışık. “Meyveli ağacı taşlayan çok olur” misali, kapısına bomba da konuldu, kaleşnikofla da tarandı, “derin yapılar”ın elemanları tarafından, “temelinize bombayı koyup sizi havaya uçururuz, parçanızı bile bulamazlar” diye tehdit de edildi vs. Bu son konuya dair ise yazılacak ne varsa, diğer arkadaşlar zaten yazdı. Ben, konumuzla ilgili husustan söz etmek istiyorum.
Akit’e saldırıyı organize edenler arasında, “hem ulusalcı ve hem de Maoist eğilimleri destekleyen”, “Ergenekoncu Derin Yapılar” var. Eylemi gerçekleştirenler ise “milliyetçi” olduklarını iddia ediyorlar. Nasıl oluyor da “küresel derin güçler”e hizmet edip de “milliyetçi” ve “Maoist” olup da “ulusalcı” olunuyor; nasıl oluyor da “ulusal milliyetçiler”, mesela hem “Amerikancı” ve hem de “Türkistan’ın hayat damarlarını kurutan Mao zaliminin ideolojisi”ni takip eden yapıların dolmuşuna biniyorlar? İt izi at izine karıştığından olmasın?
¥
Zaman Gazetesi Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı Başbakan’a “Açık Mektup” yazdı. Hakikaten, eğer Zaman, başlangıçtan itibaren “Başbakan’a saldırı” yerine böyle bir üslup kullansaydı, belki de dershaneler konusunda bugünkü “restleşme/kavga ortamı”na gelinmeyecekti. Her neyse, ben Dumanlı’nın dikkat çektiği birkaç hususa değinmek istiyorum. Başbakan’a hitaben, mektubuna “Tevhid akidesi”ne vurguyla başlayıp diyor ki:
“Tevhid akidesine sımsıkı bağlı insanlar, hiçbir kul karşısında eğilip bükülmeden gerçekleri dosdoğru söylemekle mükelleftir.”
Sonra, “Hakkın hatırı âlidir” diyor. Başbakan’ın, “Rabb’ime söz verdim” cümlesini hatırlatıp işin ucunu -doğru olarak- “Rab”be dayandırıyor. Mevzuyu “yarın Hakk’a arzetmek”ten söz ediyor. 
Ancak Ekrem Bey, müslümanların “hizmet saiki”yle satın aldığı Zaman’da, “Tevhid”le bağdaşmayacak şekilde “ateist yazar” barındırıyor; “Allah’ın Laik olmamızı istediğini söyleyerek Allah’a iftira atan”, ya da Hz. Peygamberimiz’e “kıblesi şaştı” diye hakaret eden yazar istihdam ediyor; “Kelime-i Tevhid’in ikinci yarısı” olan “Muhammedun Rasulullah”ı devre dışı bırakan “diyalog çalışmaları”nı övücü yayınlar yapıyor.
Neden böyle oluyor? İt izi at izine karıştığından olmasın?
¥
Çok önemli değil, ama değinmeden geçemeyeceğim. “Masonluk”un ne menem bir şey olduğuna dair kitapla ün kazanan Adnan Oktar, 33. dereceden “Masonluk Diploması” aldı. Kitabında Masonları öyle büyüttü, o kadar güçlü gösterdi ki, bir süre sonra o “büyük güç”ün karşısında ezilmeye, erimeye, boğulmaya başladı. Sonra bu ezilmişlik hayranlığa dönüştü, “onlar kadar güçlü olma” arzusunu doğurdu. Bunun da bir tek yolu vardı; onlardan olmak... Mason olursa, Masonlar kadar güçlü olabilecek; “psikolojik bakışında büyüttüğü güç”ün hazinelerinden kendisi de faydalanabilecekti. O da “Stockholm Sendromu”na kapılıp bu yolu seçti. Daha da ileri gidip, Tevrat’ta bir kodlama sistemi olduğunu, bu kodlara bakıldığında kendisinin de adının geçtiğini söyledi.
Neden böyle oldu? İt izi at izine karıştığından olmasın?
¥
“Milli Görüş”ü rahmetli Erbakan Hoca’dan duyduk. Hoca, “milletimizin tarihi, an’anevi ve bütün değerlerine saygılı...” dediği “Milli Görüş”ü şöyle tarif ediyordu:
“Milli Görüş demek, bizim milletimizin kendi görüşü demektir. Sultan Fatih’in İstanbul’u fethederken kalbindeki inanç ne ise, Milli Görüş odur.”
Şimdi Hoca’nın “siyasi mirasçı”cı olan Mustafa Kamalak çıkıp, bu ülkede “milli” olan hiçbir şeyi bırakmayan, “kültür”ü de, “inanç”ı da, “hukuk”u da, “sosyal” ve “siyasal-idari” sistemi de, “ahlâk”ı da vs. “milli” olmaktan çıkarıp, yerine “Batı”dan alınan “gayrimilli” değerleri “zorla ikame” eden M. Kemal’in “en büyük Milli Görüşçü” olduğunu söyledi. Oysa biz, en büyük Milli Görüşçü olarak Erbakan Hoca’yı biliyorduk. “Milli”nin, aslında “dini” demek olduğunu da biliyorduk.
Şimdi Milli Görüş’e öncülük edenlerin, “milli” ve “dini” hiçbir şey bırakmayan M. Kemal’i “en büyük Milli Görüşçü” ilân etmeleri, it izi at izine karıştığından olmasın?
¥
Atlar asildir, itler sadık... At gibi asil mi olunacak, it gibi sadık mı? “Sormadan, sorgulamadan, yalakalanarak, aslından-esasından habersiz sadakat” gösteren bir nesil istiyorlar, tıpkı it gibi... “Sosyal doku”yu “asalet” üzerine değil, “körü körüne sadakat” üzerine kurmaya çalışıyorlar... Buna “hayır” diyoruz!

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Faruk Köse Arşivi