Ahmet Türk

Ahmet Türk

Kirlenmek Güzeldir!

Kirlenmek Güzeldir!

Türkiye bir haftadır; Ak Parti iktidarının ‘yüzeyden’, Cemaatin ise ‘derinden’ olmak üzere, on bir yıl boyunca birbirlerinden razı ve ‘senkronize’ bir şekilde yönetmeye çalıştığı “devlet”in içerisinde başlayan iktidar mücadelesinin neticeleri ile meşgul… Bir yanda;  patlayan fosseptik çukurundan sızanların “memba suyu” olduğunu iddia eden, yayılan pis kokuyu “misk-i amber” gibi içerisine çekmek zorunda kalan ve kabahati başka bir kurumun izinsiz altyapı çalışması dolayısıyla kasten vurduğu bir dozer kepçesine bağlayan siyasi iktidar… Öte yanda; homojen olduğu zannedilen ama aslında her türlü dış müdahaleye açık hale gelen, “hizmet”ten çok tadını aldığı “güç ve otorite” nimetinin meşguliyetleriyle gündemden düşmeyen ve üzerine yapıştırılan “çete” yaftası dolayısıyla savunmaya geçen “Cemaat”…

Gelinen aşamada kurumlar arası çatışmalar ve siyasetin dizaynı konusunda, bürokratlarla seçilmişler arasındaki rekabet, gitgide hoş olmayan unsurlar barındırmaya ve ciddi marazları peşi sıra sürüklemeye başladı.

Halk Bankası üzerinden, ABD blokajını hiçe sayıp İran-Türkiye ve Körfez ülkeleri arasındaki sıcak para ve altın sirkülâsyonundan ve bunun avantajlarından başlayıp;  siyasi irade, hazine-kamu bankası bürokrasi, özel kesim dâhil mali piyasaların uyumla ve mahirane biçimde çalışması gibi yüzergezer ve bahane içerikli analizlerden daha farklı düşünce ve bilgilere sahibim… Yaşanan rezilliklerin bu olaylarla ilgisinin olmadığını ve rezilliğin kamuoyunda deşifre edilip hukuki sürece taşınmasının, hatta zamanlamasının bile direkt “Devlet Aklı”nın bir operasyonu olduğunu ve Başbakan Erdoğan ile çekirdek kadrosunun olan bitenin farkında olduğunu düşünüyorum… Bu düşüncelerim bir sonraki yazımın konusu; bugün bu konularda yazmak istemiyorum…

Tenkit geleneğinin yerleşmediği ve tahammülsüzlüklerin tavan yaptığı, “gördükleriniz ve duyduklarınız olan bitenin %10’u” şeklindeki vahim iddiaların üstüne gidilmeyip “bütün dünya bize düşman” halısının altına süpürüldüğü bir süreçte; “dokunulmazlara” bir dokunulmazlıkta ben vermek istemiyorum!..

Türkiye’nin geleceğine dair endişelerin duyarlı her insanın omuzlarına çöktüğü şu günlerde, kirli ilişki ve hırsızlıkların es geçilip, “yavuz hırsız ev sahibi bastırır” tavrıyla yeni yeni mağduriyet alanları oluşturma çabalarına dair hissiyat ve itirazlarımı, hatta isyanımı “bilhassa” yazmak istiyorum…

Haramı kimin yediğinin bence önemi yok! Yolsuzluk, irtikâp, rüşvet gibi suçlara her dinden her inançtan her ideolojiden insanın tavrı aynıdır. Benim hırsızım-ötekinin hırsızı ayrımı yapan anlayış hırsızlığa ortaktır!  Kendi evinin anahtarını komşusuna veya ofisinin anahtarını odacısına vermekten imtina eden ülke yöneticilerinin; hırsızlık yaptığı, görevini ve makamını kötüye kullandığı iddialarıyla haklarında soruşturma başlatılanları, hala devletin kurum ve kuruluşlarının başında tutması “zulümdür”…

Liyakat, işgal ettiği makamın hakkını sadece mesleki bilgi ve yeteneği ile vermekle sınırlı değildir. Liyakat tarifinin içeriğini; iyi ahlaklı olmak, helal-haram ve haklı-haksız dengesini gözetebilme titizliği de kapsar. Eğer “meşruiyetimizin yegâne kaynağı bizi iktidara taşıyan oydur” mantığı ile “sandığı” ve “çoğunluğu” kutsayan bir düzen kurmaya çalışırsanız, bir müddet sonra yetki- otorite- güç üçlüsünü putlaştırırsınız. Ayaklarınız yere basmaz! Allah’ı devre dışı bırakmış olursunuz! Müslüman ve ahiret ve yargı gününün varlığına inananların yönettiği ve yaşadığı bir ülke olan Türkiye’nin, geçtiğimiz Mayıs ayında yayınlanan “Küresel Yolsuzluk İndeksinde” 176 ülke arasında en temiz 54. ülke olmasını birazda bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor.

Bu tenkitleri yaparken bir ülkeyi idare edenlerin, onları destekleyenlerin aynası olduğu gerçeğini ve “layık olduğunuz gibi yönetilirsiniz” ilkesini aklımdan çıkarmıyorum! Hele hele bu ülkede ki seçmen/vatandaş algısı ve tercihindeki çıtanın ne kadar düştüğünün en güzel göstergesi olan “çalıyor ama çalışıyor!” anlayışı ise, her şeyden daha fazla tiksindirici…

Hülasa,

Her şey zıttıyla kaimdir. Bazı kavramlar en iyi karşıtlarıyla anlatılabilirler. İyiliği tanımlamak için kötülüğe ihtiyacınız vardır. Temizliği tanımlamak için kirliliğe... Erdemli insanlar topluluğunu tanımlamak ve ayırt etmek içinde; toplumun ikiyüzlü ahlak anlayışından güç alan, kendi bildikleri ve istedikleri doğrultusunda yaşayan insanların varlığına ihtiyaç vardır!

 “Filmlerin sonunda bütün kötüler nasıl cezasını buluyorsa, kir ve pas içinde kalmış bütün tekstil ürünleri de X marka deterjanın kaçınılmaz temizleme gücünden nasibini alır, esas kadın olarak anne de mutlu ve müreffeh yarınlara koşar...”  temalı bir reklamdan alınma slogana atfen; işin sonunda keyifli bir şekilde temizlenmek varsa Kirlenmek Güzeldir…  Ama sular akmıyorsa ve su deposu boş ise, üstüne üstlük durumdan ve pasaklılıktan şikâyet eden de yoksa, kirlilik çevre boyutuna erişir. Haliyle eninde sonunda duruma vaziyet eden ve muhakkak bir temizleyen çıkar!

Siyasette devlet kurumlarının işleyişinden kaynaklanan bazı “kirlilikler” öyle ya da böyle tolere edilir. Ama ‘şahsi’ olan hiçbir kirlilik tolere edilmez. Çok merak ediyorum; Başbakan Erdoğan, “lüzumsuz vefası”yla ve “yedirmem” mantığı ile şimdiye kadar görevden alması gereken yolsuzluk ve rüşvet iddiasıyla suçlanan kişileri tolere etmesinin bu ülkeye ve partisine uğratacağı zararı görmüyor mu?

Dâhili ve harici mihrak/odak arayışları, kamuoyu gündemini soğutma çalışmaları, medya hâkimiyeti ve sınırlamaları var olanı sorunu çözmez. Bu memlekette bugünlerde yaşanılanların yanında devede kulak kalan İSKİ yolsuzluğu bile 25 yıldır konuşuluyorsa, bu skandal 100 yıl konuşulur! Çünkü yolsuzluk iddialarının milletin travmatik hafızasında ve toplumsal vicdanlardaki “raf ömrü” hayli uzun olur!  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
19 Yorum
Ahmet Türk Arşivi