Faruk Köse

Faruk Köse

Savcı ne yapsın, hırsızın hiç mi suçu yok?

Savcı ne yapsın, hırsızın hiç mi suçu yok?

Dünkü yazının son cümlesini başlığa yazıp oradan devam etmek istiyorum. Zira “tarafgirlik” öyle bir hal aldı ki, “adalet duygusu”nu tamamen bertaraf eden bir “fitne tezgâhı”ndan geçiyoruz da, kimsenin bunun getireceği “onulmaz yaralar”ın hesabını yaptığı, istesek de istemesek de “yarın birbirimizin yüzüne bakacağımız gerçeği”ni bu hesaba kattığı, gereğine göre tavır belirlediği yok.

Vicdanlara şunu sormak istiyorum:

Hırsız bizden ise iyi midir? 

Eğer gerçekten “hırsızlık varsa”, sineye çekip olmamış gibi mi davranmalıyız?

“Hırsızlık”, “yolsuzluk”, “rüşvet”, “adaletsiz ve haksız kayırma” gibi durumlarda “kol kırılır yen içinde kalır” diyebilir miyiz?

Eğer hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet varsa, bir savcının çıkıp buna “dur” demesi, bunun için hiçbir “ikbal ve istikbal kaygısı” taşımadan elini taşın altına koyması “makul” ve “doğru” değil mi?

Böyle bir savcı takdiri haketmiş olmaz mı? Zaten bu, savcının görevi değil mi?

Polisin “Mali Şube”sinin ya da “Organize Suçlar Şubesi”nin bu tür yanlışları izlemesi, emir geldiğinde yapanı alıp yargıya teslim etmesi vazifesi değil mi?

Görevini yaptığı için savcıyı ya da polisi suçlamak hangi hukukta vardır; böyle bir durum adalet olur mu?

Ya da, şöyle bakalım meseleye:

Deniyor ki, “bu kötü niyetli bir operasyondur, zamanlama bakımından tam da seçim öncesine denk getirilmesi bunu gösterir.”

Bu yaklaşıma gülüp geçmekten başka ne yapılabilir? Ne yani, ringe çıkmışsan, açığını bulan rakibinin sana “sol kroşe”yi çakmasına kızıp onu eleştirmen, suçlaman komik olmaz mı? Adama, “açık vermeseydin de yumruğu yemeseydin” demezler mi?

Eğer ben hırsızlık yapmışsam, rüşvet almış veya vermişsem, yolsuzluğa bulaşmışsam, benim niye “seçim arefesi” diye bundan “muaf tutulma lüksü”m olsun?

“Yapmasaydın kardeşim” diyene diyecek neyim kalır? Yaptıysam, tam da seçim öncesi bunu milletin bilmesi daha doğru/yerinde olmaz mı? “Millet kimin ne olduğunu bilsin ki ona göre tercihini yapsın” denilirse, makul bir itiraz gerekçesi bulabilir miyim?

Bu yüzden, altını çizerek yazıyorum, eğer hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet, adaletsiz kayırma vs. varsa, bunu açığa çıkardı, üzerine gitti, yargıya aksettirdi diye savcıya ya da polise kızmak doğru değil.

Eğer operasyon, gerçekten hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet ve benzeri suçlar sebebiyle, “ülke menfaatleri” için, “adaletin ikamesi” için yapılmışsa, buna eyvallah. Buna itiraz edecek, aksini savunacak bir şey bulunamaz. Hal böyleyse kimse “niye operasyon yaptın?” diyemez, deme hakkı olmaz.

Ancak!...

Ya gerçekler farklıysa?... Ya “hırsızlık görüntüsü” altında “derin bir operasyon”a alet olunuyorsa?...

İşte o zaman “işin rengi” değişir. “İtirazlar” ard arda gelir. “Kamu vicdanı” bunu kabul etmez. “Sosyal fıtrat” bunu hazmedemez. Bugün olan, budur işte.

Peki, “operasyon” niçin rahatsız edicidir?

Şunun için:

Dün, “ABD Büyükelçisi’nin itirafı”ndan söz etmiştim. Operasyonun, “uluslararası emperyalist sermaye çarkı”nın başında bulunanların provoke etmesiyle, Türkiye’nin “bu çarkın dişlileri arası”ndan kurtulup“bağımsız ve ülke çıkarlarına uygun bir politika” izlemesine son verip, ülkeye bu vizyonu kazandıran Hükümet’i alaşağı etmeye yönelik bir kalkışma niteliğini taşıması...

Eğer operasyon “rüşvet-yolsuzluk-hırsızlık” sebebiyle yapılsaydı kimse tepki göstermezdi, gösteremezdi. Lâkin, tıpkı “Gezi Parkı olayları”nda olduğu gibi bir durumla karşılaşılınca, işin rengi değişti ve “insanlar -neredeyse-, hırsızını sahiplenmek zorunda bırakıldı”; çünkü işin ucu “hırsızı adalete teslim etmek”ten çıkıp, “ülkeyi küresel habis unsurların çarklarına terketme”ye kadar dayandı. Tabiî ortada bir “hırsız” ve “hırsızlık” var mı, o ayrı bir konu; çünkü kesinleşmeden kimseyi hırsızlıkla suçlamak doğru olmaz.

“Operasyon”da yanlış olan; operasyonun, küresel habis unsurların çıkarlarına uygun düşmesi... Onların tasvip ve onayını alması... Onlar tarafından destekleniyor olması... Onların işine yaraması... Eğer varsa, “suç”un yanına, Türkiye’nin İran sermayesini kullanan Bankasının, ya da ekonominin lokomotiflerinden, Hükümet’in medar-ı iftiharı olan TOKİ’nin topyekün suçlanması... Hükümet’i devirmeye yönelik olması...

Evet, hırsızlık varsa savcıya düşen, “hırsızı adaletin karşısına çıkarmak”tır.

Ancak hırsızı suçlarken yaptığın iş, “küresel habis unsurlar”ın emellerine hizmet ederse, varsa hırsızlığı “bağımsız ekonomi politikalarına darbe”nin kılıfı yaparsan, işte “bu işi yapış usûlü ve zamanı” bu yüzden kuşku uyandırır. Operasyonun yanlışı da, tepki çeken yanı da budur.

Yoksa, kimsenin hırsızı ve -varsa- hırsızlığı savunduğu, sahiplendiği yok.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Faruk Köse Arşivi