Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Siyaset mi, cemaat mi, hakikat mı?

Siyaset mi, cemaat mi, hakikat mı?

İstanbul fethi sonrasında yapılan ilk “Divan”a, artık “Fatih” unvanını almış olan Sultan II. Mehmed, çok neşeli girer…

Sadrazam Mahmud Paşa, dayanamayıp, “Maşallah Hünkârım, alınmaz kal’ayı (İstanbul’u) aldunuz, ondan mesrursunuz” (mutlusunuz) deyince, genç Padişah şu cevabı verir:

“Bu ferah ki, bende görürsüz, bir kal’a (İstanbul) fethünden değildür; Ak Şemseddin gibi bir Pir-î Âziz zemanında yaşaduğuma sevinurum.”

Devrinin en büyüklerinden biri, başka bir büyükle övünüyor, çünkü fetihler dâhil her şey insanın eseridir, insan ise Allah’ın eseri…

Bu yüzden “Eşref-i mahlükat”tır, yani yaratılmışların en şereflisi…

“Ahsen-i takvim”dir: Ruh ve beden olarak en güzel şekilde yaratılmış…

Bundan dolayıdır ki, kültürümüz, kalb kırmayı Kâbe yıkmakla eş tutmuştur.

Biz ise her fırsatta ve en küçük ihtilâfta bir birimizi kırıp döküyoruz!

Oysa Türkiye, sanata, edebiyata, hizmete, siyasete, kısacası sosyal ve siyasi hayata önderlik edecek çok fazla isim yetiştiremiyor…

Bu “kaht-ı rical” (adam gibi adam kıtlığı) yüzünden, hasbelkader yetişenleri “gözümüz gibi” sakınmak zorundayız. Hâlbuki yumurta tokuşturur gibi tokuşturup, birinin yahut ikisinin birden kırılışını izliyoruz.

Hiç kırılmaması, yara almaması gereken insanları yaralıyoruz…

En üst düzeyde devam eden kavgayı hayretle ve üzüntüyle izliyorum.

Kitlelerin kalbinde taht kurmuş isimlerin yardımcıları yok mu? Özellikle eğitim alanında çok güzel hizmetler vermiş önder bir ismi güncel siyasal tartışmaların içine çekmek, her konuda söz söyletmek, sabrını çatlatacak şekilde bilgilendirip çok sert bir üslupla konuşmasını sağlamak şart mı?..

Öte yandan Türkiye’yi omuzlayıp götüren, Türkiye’ye çağ atlatmak için gecesini gündüzüne katan Başbakan’ı kavgaya sokmak çok mu gerekliydi?

Gezi olayında da böyle yapılmıştı…

Herkes “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” havasında kenara çekilmiş, “tek tabanca” olarak ortada sadece Sayın Başbakan kalmıştı…

Şimdi de öyle…

Yine tek başına bir mücadele veriyor…

Üstelik eli eskisi kadar sağlam değil…

“Rüşvet ve yolsuzluk” söylentileri ayyuka çıkmışken, nasıl bir üslup kullanırsanız kullanınız, “örtbas” edildiği izlenimi doğmasını engelleyemezsiniz.

Nitekim Sayın Başbakan’ın “Paralel devlet” ya da “Derin devlet” hakkında söylediği gerçekler, “Rüşvet ve yolsuzluk” iddialarının gölgesinde kalıyor…

Bu arada, iki tarafa destek veren medya organlarının ince eleyip sık dokumadan, “Lâf olsun küp dolsun” kabilinden yaptıkları haberlerle yazdıkları yazılar, işi daha da içinden çıkılmaz hale getirme dışında bir işe yaramıyor.

“Keşke bu tür destekler hiç olmasa” diyesi geliyor, insanın…

Sonuçta, toplumun zor yetiştirdiği insanlarımız yıpranıyor, yara üstüne yara alıyorlar…

Bu çatışmanın en başında da söylediğim gibi, böyle kavgaların kazananı olmaz. Geriye sadece “kin-nefret” ve “düşmanlık” kalır…

Bu da kimsenin işine yaramaz.

Türkiye düşmanları şimdiden el ovuşturuyor.

Çünkü süreç, sadece onlara hizmet ediyor.

Bu toplumu önce “sağcı-solcu” diye bölmeye çalışmışlardı, tutmadı…

“Alevi-Sünni” diye ayrıştırmak istediler, olmadı…

“Türk-Kürt” ayrımcılığıyla hedeflerine ulaşmak için türlü tezgâhlar kurdular, millet sağ duyusuyla bu tuzağı da aştı…

Nihayet “Siyaset-cemaat” çatışmasını “yolsuzluk” iddiaları eşliğinde piyasaya sürdüler…
“Çok şükür yine başaramadılar” demek isterdim…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
8 Yorum
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi