İshak Özen

İshak Özen

Hak Geldi Batıl Zail Oldu

Hak Geldi Batıl Zail Oldu

Mekke…

Hz. Adem’den bugüne tevhid inancının merkezi…

İnsanlığı aydınlatan saadet güneşinin doğduğu mukaddes belde…

Nübüvvet kitabının hem önsözünün hem de son sözünün indirildiği kutlu şehir…

Yeryüzünde tevhidin timsali ilk mabet olan Kabe’nin bulunduğu mübarek topraklar...

İlk insan ve ilk peygamber Hz. Adem tarafından inşa edilen yeryüzünün ilk mabedi…

Yüzyıllar sonra insanların günah ve inkar yükünü taşıyamayıp yıkılmaya yüz tutan kutlu mabet…

“Peygamberlerin babası” lakabıyla anılan Hz. İbrahim, Allah’ın emir buyurmasıyla seni oğlu Hz. İsmail’le birlikte yıkılmaya yüz tutmuş temeller üzerinde yeniden inşa etmişti…

Ey İbrahim! Bugün de gönüllerimizin Kabe’si yıkık, kalplerimiz mükedder. İslam aleminin her yanı kan, duman, gönüllerimiz viran, perişan.

 

Fethe giden ilk kapı hicretle açıldı. 

Onun hicreti, Mekke’deki zorluk ve sıkıntılardan rahatlık ve kolaylığa bir kaçış değildi. Onun hicreti, yeni bir imkân, yeni bir mekân, yeni bir medeniyet merkezi ve Medine arayışıydı. Hicret, Allah düşmanlarından kaçış değil, Allah’a giden yoldaki engelleri kaldırma arayışıydı. 

Ve sonra Hudeybiye…

Fetih yolunda ikinci kapı Hudeybiye‘de açıldı…

Hudeybiye denince Huzaalı genç gelir aklımıza. Beni Bekir kabilesinden biri bir şiir söyleyerek Resulullah’ı hiciv ve tahkire yeltendiğinde buna tahammül edemeyip imanla kükreyen ve peygamber düşmanını yere seren o cesur yürek…

Ve bir de ezvac-ı tahirattan Ümmü Habibe annemiz. Babası Ebu Süfyan bozulan anlaşma sonrası durumu düzeltmek için Allah Resulü ile görüşmek üzere Medine’ye geldiğinde önce ezvacı tahirattan olan kızı Ümmü Habibe’nin evine gitti. Eve giren Ebu Süfyan Resulullah’ın minderine oturmak isteyince Ümmü Habibe buna müsaade etmedi. Hudeybiye denince Allah ve Resulünün aşkıyla yanıp kavrulan ve babasına “Bu, Resulullah’ın minderidir. Sen ise şirk içindesin. Senin gibi birinin Resulullah’ın minderine oturmasına asla gönlüm razı olmaz.” diye haykıran annemiz gelir aklımıza…

Hudeybiye denince Mekke ve Kabe özlemiyle yola çıkıp kalbi kırık, gönlü buruk iki büklüm Medine’ye geri dönerken “Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik.” ayetiyle coşan kalpler gelir aklımıza…

Ve sonra Mekke…

Mekke denince “İkra” emrini hatırlarız. Hira dağını, Nur mağarasını, ötelerle ilk buluşmayı, ilk heyecanı…

Allah Resulü de yanında on bin mücahitle Mekke’ye doğru yola çıkarken o günü hatırlar. Varaka bin Nevfel şöyle demişti o gün: “Senin bu gördüğün, Allah’ü Teala’nın daha önce Hz. Musa’ya da gönderdiği Cebrail’dir. Keşke senin insanları İslam’a davet ettiğin günlerde genç olaydım. Kavmin seni yurdundan çıkaracakları zaman keşke hayatta olaydım…” Bunun üzerine Resuli Ekrem SAV Onlar beni Mekke’den çıkaracaklar mı ki, diye sormuş, o da: “Evet! Zira senin gibi vahyi tebliğ etmiş hiçbir kimse yoktur ki düşmanlığa uğramasın. Şayet o günlere yetişirsem sana yardımcı olurum” demişti. İşte bu konuşmanın üzerinden tam 21, yeni bir dünyanın kurulmasının yani hicretin üzerinden de sekiz sene geçmişti ve O, yanında and içmiş on bin şehadet aşığıyla şimdi tekrar Mekke’ye dönüyordu.

Hz. Bilal’i hatırlarız, Mekke denince. Kömür karası bir köleden şerefli bir hazret, bir efendi ve kızgın çöl kumlarında üstünde dev kaya, sırtında şaklayan kırbaçlara verdiği “Ehad, ehad” cevabıyla çölleri ve yüzyılları inleten bir yiğit yürek gelir aklımıza…

Hz. Peygamber bir büyük fetih için Mekke’ye yürürken Müslüman olarak yeğeninin safına geçen ve Efendimizin sevinçle “Ben peygamberlerin sonuncusu olduğum gibi sen de muhacirlerin sonuncususun.” buyurduğu amcası Hz. Abbas gelir aklımıza…

Ve sonra Mekke’ye giriş…

Fetih, gönüller fethidir ve önce yüreklerin fethi gerekir. O gün, daha önce seni Mekke’den kovanlar, sana Mekke’de her türlü zulmü reva gören, her türlü kötülüğü yapan, ashabı Mekke’den çıkararak çeşitli yerlere göç etmek zorunda bırakan ve Hz. Hamza’yı şehit edenler hep birlikte senin karşına çıktılar. “Ey Kureyşliler!” dedin onlara, şimdi benim size ne muamele yapacağımı beklemektesiniz?” Onlar da: “Sen soylu bir babanın oğlu, asil bir kimsesin. Senden ancak hayır umarız.” demişlerdi ve sen  “Bugün Hz. Yusuf’un kardeşlerine söylediğini söyleyeceğim sizlere. Bugün benim size karşı ne kadar kerîm bir kardeş olduğumu göreceksiniz.” diyerek affetmiştin hepsini.

Mekke’ye girer girmez Kabe’ye koşuşun, gözyaşları içinde Hacer’ul Esved’i selamlayışın gelir aklımıza… Kabe’yi tavaf edişin ve “Hak geldi, batıl zail oldu!”,  “Hak geldi, batıl zail oldu!”, “Hak geldi, batıl zail oldu! Batıl, zaten yok olup gitmeye mahkûmdur!” nidalarıyla putları bir bir devirişin gelir…

“Bugünkü en büyük fetih, işgal altındaki yürekleri Muhammed Mustafa’ya açmaktır. Fetih, toprak işgal etmek ya da şehirleri, surları yıkıp ülkeler kurmak değildir. Asıl fetih, gönüllerin fethidir, zihinlerin İslam’a, kalplerin Kur’an’a açılmasıdır. Bizim bütün fetihlerimiz böyledir. Rasûl-i Ekrem’in Mekke’yi fethi, Selahaddin-i Eyyûbi’nin Kudüs’ü, Tarık bin Ziyad’ın Endülüs’ü, Alparslan’ın Malazgirt’i ve Fatih Sultan Muhammed Han’ın İstanbul’u fethi, işte böyle fetihlerdir.” 

“Bütün fetihlerin bir görünen fatihleri bir de görünmeyen büyük fatihi var. Görünen fatihleri, askerleri, orduları sevk ve idare eden fatihlerdir. Tıpkı İstanbul’un fatihinin Sultan Muhammed Han olduğu gibi. Selahaddin Eyyûbi’nin Kudüs’ün, Tarık bin Ziyad’ın Endülüs’ün fatihi olduğu gibi. Ama  bizim bütün fetihlerimizin görünmeyen büyük bir fatihi var. O da Muhammed Mustafa (s.a.s)’dır. Çünkü bizlere fethin ruhunu o bahşetti. Biz fetihleri onsuz düşündüğümüz zaman fetihler işgale dönüşür.”

Ey Mekke! Hani Allah Resulü senden ayrılırken mübarek yanaklarından süzülen, bir damlasına bin can feda gözyaşlarıyla sana dönüp “Ey Mekke!”  demişti, “Eğer senden çıkarılmasaydım, vallahi senden ayrılmazdım!” 

Ey Resul, bizler, bugün hem “vallahi senden ayrılmazdım!” dediğin o mübarek beldeden hem de senden asırlarca uzağız. Ancak şununla teselli oluyoruz ki bir defasında sen “Kardeşlerim” demiştin bizler için… “Kardeşlerim ahir zamanda gelecek ve beni görmeden sevecekler…”

Her şeye rağmen, belde-i İslam’da ezilen, sürülen, horlanan Müslümanlara rağmen ümidimiz de var. Çünkü yüzyıllar sonra da olsa hala senin davan için seve seve can veren, bizlere emanet ettiğin Kur’an ve sünnetin bayraktarlığını yapan, hakkı ve sabrı tavsiye eden ve senin “kardeşlerim!” hitabına nail olabilmek için çırpınan genç yürekler var.  

Ey Resul, Fetih’ten önce sana biat edip sonuna kadar seni destekleyeceklerine söz veren ashabın gibi biz de mallarımız ve canlarımız üzerine sana biat ediyor ve ahdimizi yeniliyoruz:  Öleceğimizi de bilsek yolundan dönmeyeceğiz. Asla dönmeyeceğiz! Asla dönmeyeceğiz! Asla dönmeyeceğiz!

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
İshak Özen Arşivi