Faruk Köse

Faruk Köse

Hazandan bahara...

Hazandan bahara...

Baharını bekleyen umutlar baharın ortasında solarsa... Yol gösteren “baş”lar “yollar”ını şaşırırsa... “Hakk yolu”nun yolcuları “Hakk”tan kaçarsa... “Hakikatin nurları”na giden adımlar “zulümâtın karanlıkları”na yönelir, “İlahi pınarlar”dan beslenen kalpler nasırlaşırsa... “İman kaleleri” istila edilir, “inancın temelleri” sarsılırsa... Dik duran başlar aşağılıklara eğilir, “hürriyet savaşçıları” izzet mücadelesini terkedip “esaretin kapısı”nda “zelil bir hayat”a talip olursa... Nâmahrem eli değmemiş mabedler “nâmahremlere çağrı merkezi”ne dönüşürse...

İşte o zaman bahar hazana dönmüş; dişle-tırnakla, kanla-canla ulaşılan “kazanımlar”ın zemini sarsılmıştır!

Hal böyle de olsa umutlar, bahara kucak açmalı, “umut elçileri” mutlaka “dosdoğru yol”a koyulmalıdır. Zira her şey umutların bittiği yerde kaybedilir. Eğer umut varsa, “umudun yolları”na koyulursa “kalplerle birleşmiş beyinler”, yeniden yeşerir “hasret baharı”nın bağları. Öyle ki, “hazan günü” dalına döner yaprak!

Yeter ki “Emanet”e sahip çıkalım; “küfrün kaleleri” de çıksa yolumuza, “Ahd”imize ihanet etmeyelim. “Kahpe zalimler” yolumuzu kesse de “yol”dan sapmayalım, “yol işaretleri”ne titizlikle uyalım. “Hırsa dönüşmeyen azm”imizi “kararlılık ve istikrar”la harmanlayıp, engelleri “vahdet”le aşmaya talip olalım. 

Yeter ki “elemler”de bile “mutluluk”u haykıracak bir “geniş yürek” taşıyalım.

Yeter ki “Tevhid sancağı”nı “burçların en yükseği”ne dikecek, “Hududullah”ı gözetip “Hükmullah”ı hakim kılacak “kesin-inanç” sahibi olalım; yeni bir “Saâdet Asrı”nın zeminini döşeyelim “öz”e dönerek; sözümüzü özümüzle birleştirip, “İlâhî İrade”nin yasalarına iktidar zemini hazırlayacak vesilelere ciddiyetle, sabırla, kararlılıkla, engellere aldırmadan sarılalım.

Yeter ki “baharı gelmeyen umutlar”ın peşinde sürüklenen yüreklerimizin, “bağlar boyu” giderken, birden bire “çölleşen zeminler”e düşüvermesini, “hasret” ve “hüsran”da boğulmasını izlemeyelim suskunca; umutlarımız hayallerden değil hakikatlerden beslensin,“hayallerin baharı”nın “hazan günleri” olduğunu bilip, “hakikatlerin baharı”na doğru atalım adımlarımızı.

Yeter ki dikenler arasında “gül”e yönelmek varken, “gül sapında diken koklamak”la umutlarımızı söndürmeyelim.

Yeter ki “coşkun seller”in “kör vadi”de batacağını, ama “çorak topraklar”a ilerleyen “ince bir su”yun orayı “irem bağları”na döndüreceğini bilelim; sonra kendimize dönüp “dayanılmaz dramlar”ı yüreklerimizden sökecek yollara koyulalım çabucak.

Yeter ki bugün “kölesi olduklarımız”ın, “bir zamanlar uşağımız” olduğunu bilelim; putlarla donatılmış “Küfristan”da başımıza “efendi” olan “lânetli kullar”ın “tuğyan dalgaları” arasında susmayıp; yüreklerin “kirli gözyaşı”yla pâklanmayacağını anlayalım.

Yeter ki “çöküş”te solan özlemlerimize lâzım olan “ışık”ı doğru yerde, “fıtrî gönül”de ararsak “çile dağları”nı aşacağımıza, “kurak çöller”de bile bahara ulaşacağımıza inanalım.

Yeter ki “Tevhid”e yol alırken “şirkin surları”na taş koymayalım. “Aydınlık yarınlar”ı ararken “ışık yolları”nı zindana boğmayalım. Putlara karşı bir söylemi “putlara uşaklık”a götüren bir eyleme dönüştürmeyelim. “Kevser”e koşan yüreklerin “cephe”yi terkederek“gönüllerdeki yangın”ı “kirli sular”da serinletmesinin, “yoldaki ayrılışlar”ın boyutlarını gösterdiğini farkedelim. Gafletteki “hazar”ın dipdiri bir “sefer”e dönüşmesi için, “şühedanın ruhları”nın mezarlarından fırlaması gerekmediğini bilelim.

Yeter ki “gün”ünü terketmeyenlerin “mehtab”ının sönmeyeceğini, “ulvi pınarlar”dan beslenen gözyaşlarının bakışların önüne “sis perdesi” öremeyeceğini, “hazan”a düşmemek için baharı beklemek değil, “bahara koşmak” gerektiğini; yaralarla sırdaş, acılarla yoldaş olmadan “hakikatlerin mutluluğu”na ulaşılamayacağını anlayalım.

Yeter ki dikenleri ayıklamak için girdiğimiz bahçelerde, “gül sapında diken koklama”ya kalkışmayalım. “Putlar”ı ve “putlaşanlar”ı temizlemek için çıktığımız yolda putları methetmeyelim. “İblis”le savaşacağımız meydanda “iblisin dostları”na uşaklık etmeyelim.

Yeter ki “ideallerimiz”i koruyalım, ruhumuzu satarsak kendimizi ideallerimizin karşısında bulacağımızı bilelim. “Fıtratın hakimiyeti” için mücadele edecekken, “zıtlar geçidinde zemin tutma”ya kalkışmayalım. “Ummanlar”ı aşabilecek güçteyken, “terkettiğimiz değerler”den ötürü “bir katrecik su”da boğulup kalacağımızın idrakinde olalım. Hasadı beklemenin heyecanını taşırken, “yeşermiş başaklar”ı ekmeden yolmayalım. “Kimlik” izi takındığımızda güneşe karşı diriyken, terkettiğimizden itibaren mehtapta bile solacağımızı bilelim. Çakallara karşı çıkılan seferde, “aç çakal”la diz dize oturmayalım.

Yeter ki “özgürlük”e mekân hazırlayacakken “tabansız gece”yle el ele tutuşarak bütün yurdu kafese koyanlara “hakka uygun tavır” koyalım. Izdırabını “gözyaşı gölleri”yle serinleten “garib”lerle yoldaş olalım; “düşmanlarımızın yanında, dostlarımızın karşısında”durmayalım.

Yeter ki “zindanlaşmış beyinler”imizi aydınlatalım; “hissiz kalmış yürekler”imizde “gönül bağı”na zemin açalım; “hayatın içinde hayata karşı” durmayalım; dönüşe duran adımlarla gitmeye, inişe atılan adımlarla çıkmaya çalışmayalım; seher vakti karanlıklara sarılmayalım; “yarın”lardan ümitvar olmak için “dün”lerimizi kaybetmeyelim.

Yeter ki “doğru bir yol” tutup “doğru bir rehber” edinelim! “Allah” dediğimizde yüreğimiz titresin, “Allah yolu”nda ölmeye hazır olalım!

Hele umutlarımızı?... İşte onu hiç kaybetmeyelim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Faruk Köse Arşivi