Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

“Hangi taraf?”

“Hangi taraf?”

Siyasi partilerden birini tercih edip oy vererek, ondan “taraf” olursunuz. Bu son derece doğal bir “taraftarlık”tır. Ama siyasi parti ile “siyaset dışı odaklar”ın siyaset yapma hevesi arasında kalırsanız, tercih zorlaşır…

Çünkü işlevler, amaçlar farklıdır: Toplumun farklı duygularına hitap etmekte, farklı alanlarda “hizmet” vermektedirler.

Buna rağmen, siyaset, “taraf” olmanızı isterse, bilin ki, “taraf” olmanızı istemek siyasetin hakkıdır. Çünkü doğası gereği, siyaset, taraftarlarının çokluğundan beslenir.

“Siyaset dışı odaklar” da aynı şeyi isterse, bilin ki, ortada bir “dünyevileşme” vardır...

Çünkü “taraftar”lık “dünyevi” bir kavramdır. Dünyevî hedeflere yürüyorsanız, ne kadar çok taraftarınız olursa, o kadar güçlü olursunuz…

Yok, eğer hedefiniz uhrevi ise-ki, “cemaat” ve “hizmet” kavramlarını kullananlar öyle olmak zorunda-arkanızda kaç kişinin geldiği, kısacası ne kadar “taraftar”ınızın olduğu hiç önemli değildir…

Tek başınıza bile kalsanız, imanınızın istikametinde kıble yürüyüşünüzü sürdürür, hizmetinizi yapar, ücretinizi Allah’tan beklersiniz…

Bu konuyu işlerken, Bediüzzaman, bazı peygamberlerin dahi, hiç ümmeti olmadığını, ancak peygamberlik şerefinden hiçbir şey kaybetmediklerini hatırlatır.

İlginçtir: Nuh Aleyhisselâm bin seneye yakın peygamberlik yapmış, bir rivayete göre, sadece on ümmet kazanabilmişti (biri çocuk).

Bir gün bir taşın üzerine oturmuş ve mevcut insanlar arasında kendisine ümmet olacak kimsenin bulunup bulunmadığını düşünmeye başlamış…

“Yok” demiş Allah…

“Bundan sonra doğacaklar arasında var mı?”

“Hayır!”

Bu defa kendini sorgulamaya başlamış:

“Acaba ben mi peygamberlik görevini doğru düzgün yapamadım?”

Ona da, “Hayır” buyrulmuş.

Çünkü insanların neye inanıp neye inanmayacakları “mesaj”ın gücü ile değil, Allah’ın kime “hidayet” vereceğiyle ilgilidir.

Yani tasarruf Onun elindedir…

Bu durumda insanları “taraf” olmaya zorlamak, tehditler savurmak, sizi hararetle savunmayanları “hırsızların tarafında” göstermeye kalkışmak, “hizmet”in özü ile bağdaşmaz.

Bir kere “hırsızlık”, yargı kararıyla tescil edilmemiştir (masumiyet karinesi)…

İkincisi: Zamanlaması ve oluş şekliyle son derece kuşku uyandırıcıdır…

Kaldı ki, bir takım ses kayıtları ve usulsüzlüklere dayandırılan “paralel devlet” iddialarının da, en az “hırsızlık” iddiaları kadar, dikkate alınması gerekir.

Buna rağmen, bir “taraf” sadece “hırsızlık-rüşvet” diyor, öbür taraf “operasyon-paralel devlet” diyor. “Araştırmalar biraz ilerlesin, ortam biraz netleşsin” diyenleri ise her iki taraf da dışlıyor.

“İlle de tarafını belli et!”

Tekrarlayacağım: Gücünü kalabalıklardan alan “siyaset”in böyle bir hakkı olsa da, gücünü Haktan alan “hizmet”in böyle bir hakkı yok! Çünkü “hizmet”i yönetenler seçimle belirlenmemiştir. Aklen ve mantıken hiçbir seçmeni, seçmediği tarafta yer almaya zorlayamazsınız. Çünkü seçmediği tarafı yönetenlerin görevini sona erdirmek gibi bir yaptırımı yoktur…

Oysa siyasi iktidarı belirlemek elindedir: Beğendiğine yetki verir, beğenmediğinin yetkisini alıp iktidardan düşürür.

Hatta ANAP, DYP, DSP ve daha pek çok örnekte görüldüğü gibi, bazı siyasi partileri tedavülden bile kaldırır.

Bu durumda, kişi ne kadar “dindar” olursa olsun, kendi seçtiğinin saflarında yer alması, kimse tarafından şaşırtıcı bulunmamalıdır.

Bu sadece görev değil, aynı zamanda da büyük bir sorumluluktur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi