Bilal Şahan

Bilal Şahan

Kitabın adı “Şeref sizsiniz!” olur mu?

Kitabın adı “Şeref sizsiniz!” olur mu?

Hafta sonu birkaç arkadaş bir araya gelip iki lafın belini kırdık, biraz da güneşlendik.

Söz dönüp dolaşıp siyasete, güncel olaylara gelmedi. Gelmeyişinden dolayı kaybımız olmadığı gibi kazançlı da çıktık. Hiç kimse birbirine gönül koymadan, güle oynaya ayrıldık.

Arkadaşlarımdan biri bana dönerek söze direk girdi: “Akşama kadar boş boş oturuyorsun, şu dünyada bir eserin olsun” dedi.

Benim bakakaldığımı gören diğer dostum “Doğruya doğru. Bir eserrr, bir kitap yazabilirsin mesela..” diye başladı, 10-15 dakika anlattı.

O konuştukça; ben içimden “kitap yazmak ve ben” durumunu irdeliyordum. Elinden oyuncağı alınmış çocuk mahsunluğunda, cılız bir sesle “mümkün değil yazamam” dedim.

Demez olaydım…Olup biteni sessizce izleyen dostum da topa, kafasını işaret parmağını sallar gibi yaparak, girdi: “Yazarsın, yazarsın..”

Baktım kurtuluş yok,  bire üç yani…

“Kitabı ben yazayım, konuyu ve yayıncıyı siz bulun” tehdidime rağmen geri adım atmadılar.

Kitabın konusu üzerinde bayağı bir kafa yordular, sesimi çıkarmadım. Ama benim en çok hoşuma gideni, adını  “şeref sizsiniz” başlığı altında yazılacak olanı oldu.

Çocukluğumuzdan itibaren genlerimize işlemiştir…

Önceleri söylediklerimize inanmayanların “yemin et, göbek at” şeklindeki dalga geçmeleriyle başlayan inandırma çabaları evrimleşerek söze “yemin ederim ki…”  veya  “ekmek, Mushaf çarpsın ki…” diyerek başlamaya dönüşür.

Gün gelir siyasete girilir… Bir de aktif görev olursa... Başkanlık, milletvekilliği işte o zaman yeminin, söylenen sözün inandırıcılığını artırmanın, şekli değişir.

Çocukluğumuzdaki “gel Kur’an’a el basalım” restleşmesinin veya beddua olarak nitelendirilen, iddia edilen Fethullah Gülen Hocaefendi’nin mülaanesinin bir başka versiyonu olarak karşımıza çıkar.

Siyasiler, partisi, başkanı veya kendisine yönelik iddiaları Meclis kürsüsünden, ayaküstü demeçlerde vs. yalanlama yoluna gider, karşılıklı restleşme de tam burada başlar.

Suçlamaya maruz kalanların yaptığı iki şey var: “İspatlamazsanız namertsiniz” veya “İspatlamayan şerefsizdir.”

Yenilikçi bir tavır yok siyasetçilerde. Aynı son günlerin “bedduası!!!” gibi; “sen haklıysan ben şerefsizim, ben haklıysam eğer, sen şerefsizsin” demekten öteye gidemiyorlar.

Bu karşılıklı restleşmeye rağmen, kimin doğru söylediği tam anlamıyla ortaya çıkmadığı için ortada kalan sadece “şerefsizlik” nitelemesi oluyor.

Arkadaşlarım diyor ki;  “Siyasi tarihimizdeki önemli restleşmeleri hikayeleriyle yaz.”  Ben de “Yazayım ama kimin doğru olduğunu nasıl ortaya koyacağız? Davalarla uğraşmayalım” dedim. “Korkma yaz, 'kimin şerefli, kimin şerefsiz, kimin şerefli şerefsiz' olduğuna okuyucu karar versin” diyerek ara gaz vermeyi de ihmal etmediler. Bir de Necip Fazıl’dan hikaye atlattılar. Aklımda kaldığı kadarıyla anlatayım. Üstad, bir yazısında isim vermeden birisini bayağı eleştirmiş, “şerefsiz” demiş. Adam mahkemeye koşmuş, bana hakaret etti diye. Üstat mahkemede savunmasını yapmış: “Ben isim vermedim. Madem üstüne alındı, şerefsiz olmadığını ispat etsin o zaman.”

Zamanlaması manidar olmayacak bir zamanda yayımlanan böyle bir kitap sizce tutar mı?

Kayda geçsin… Benden önce böyle bir kitap yazan olursa telif hakkımı isterim, biline…

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Bilal Şahan Arşivi

Tohum

18 Eylül 2014 Perşembe 13:33