Mustafa Erdoğan

Mustafa Erdoğan

Yeni ulusal program geliyor

Yeni ulusal program geliyor

Gazetelere yansıyan haberlere göre, hükümet AB’ye uyum yolunda üçüncü Ulusal Program taslağını kamuya açıklamaya hazırlanıyor. Taslak, yeni taahhütler yanında, 130’dan fazla yasal düzenleme veya değişiklik yapılmasını da öngörüyormuş. Tabiatıyla, bunların bir kısmı aynı zamanda Anayasa’da da değişiklik yapılmasını gerektirecek.

Her şey bir yana, hükümetin epey bir süredir neredeyse durmuş olan AB’ye uyum çalışmalarına yeniden hız vermesi ve yeni reformlara hazırlanması ümit verici bir gelişme. Ancak, hükümetin bu konuda şimdiye kadar yapılanları veya kendi yaptıklarını abartmadan bu yolda ilerlemesi gerekiyor. Meselá, gazetemizde yer alan bu konudaki haberde, ‘azınlık haklarının korunması’na ilişkin yapılmış ‘reformlar’ın pekiştirilmesinden ve ‘(k)ültürel haklar alanında gerçekleştirilen kapsamlı reformlar’ın uygulanmasına devam edileceğinden söz ediliyor.

Doğrusu, azınlık hakları ve kültürel haklarla ilgili olarak şimdiye kadar atılmış olan mütevazi adımların nasıl bir akıl yürütmeyle ‘kapsamlı reformlar’ olarak adlandırıldığını anlamak zordur. Farklılığın adı bile geçmezken milliyetçi-Türkçü bir dilin baştan sona Anayasasına hakim olduğu, ‘Türkçeden başka hiç bir dil(in), eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulama(yacağının) ve öğretileme(yeceğinin)’ bir Anayasa buyruğu (m. 42/son) olarak mevcut olduğu bir ülkede, böylesine iddalı ve iyimser bir değerlendirme fazlasıyla tuhaf kaçıyor.

Bunun gibi, yeni Ceza Kanunu hükümet tarafından AB’ye uyum sürecinde yapılan büyük bir reform olarak sunuldu. Gel gör ki, bu konuda da aslında değişen fazla bir şey yok. Bunda elbette yargıya hakim olan devletçi-milliyetçi zihniyetin bariz bir rolü vardır ama Kanun’un kendisinde de ciddi sorunlar bulunduğu açıktır. Bunun tipik örneği 301. maddedir. Nitekim yeni Ulusal Program taslağında yer alan ‘ifade özgürlüğünün genişletilmesi’yle ilgili vaat bunun hükümet tarafından da zımnen kabul -itiraf- edildiğini göstermektedir.

Anlatmak istediğim, özgürleşme ve demokratikleşme reformlarına hız verme konusunda hükümetin yeniden kararlılığını ortaya koyması elbette iyi bir gelişmedir ama bu yeterli değildir. Evet, meselá, taslakta öngörüldüğü gibi, MGK’nın sırf bir ‘danışma organı’ olarak görülmesi iyidir ama MGK üniformalı memurlarla halkın demokratik temsilcilerinin eşit politik aktörlermiş gibi katıldıkları bir Anayasal organ olarak kaldığı sürece, onun gerçekten de bu sınırlar içinde tutulabileceği şüphelidir.

Evet, siláhlı kuvvetlerin harcamalarının sivil denetim altına alınması iyidir de, aynı sivil denetim askeri eğitim müfredatı için de söz konusu olacak mıdır? Bu çerçevede silahlı kuvvetlerin kamu idaresi içindeki ayrıcalıklı konumuna da dokunulacak ve meselá Milli Savunma Bakanlığı ile Genelkurmay arasında mevcut ve bir demokrasi için tuhaf olan ilişki modeline son verilecek midir? Keza, ‘iç güvenlik hizmetlerinin koordinasyonu’ ve ‘iç güvenlikle ilgili görev, yetki ve sorumlulukların etkin olarak yerine getirilmesini güçleştiren’ mevzuat ve uygulamanın değiştirilmesi düşüncesi gayet iyi de, bu proje jandarmanın tamamen sivil yönetime bağlanmasını veya kaldırılmasını da kapsayacak mıdır?..

Bunlar elbette sadece iktidar partisinin cevaplandırması gereken sorular değildir. Bunlar ve benzerleri muhalefet partilerinin de kendilerine sormaları ve kendilerini ‘demokrasi aktörleri’ olarak görüp ona göre cevaplandırmaları gereken sorulardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Erdoğan Arşivi

Alarm

31 Temmuz 2010 Cumartesi 09:16