Faruk Köse

Faruk Köse

Gâvurdan dost olmayacağının resmidir

Gâvurdan dost olmayacağının resmidir

Türkler köylerinden göç ettirildi, binlerce kişi evlerini, topraklarını, sürülerini terketti. Evleri ve eşyaları yağmalandı, kundaklandı, hayvanları telef edildi, çalındı. Köylerinden sürgün edildi. Türkler sadece Larnaka’da 103 köyden göç ettirildi. Kadın veya çocuk denilmeden topluca katledildi. Camiler yakıldı. Kıbrıs’ın her yerinde yüzlerce Türk kadınına tecavüz edildi. Birçok yerde Türkler canlı canlı toprağa gömüldü. Katledilenler toplu mezarlara gömüldü. Toplu mezarlarda yüzlerce insan cesedi bulundu. Savunmasız kadınlar, yaşlı adamlar ve çocuklar vahşice katledildi.

Ayvasıl Katliamı’nda 21 Türk katledildi. Kumsal Katliamı’nda 8 kişi öldürüldü, 159 kişi rehin alındı ve bunlardan bir daha haber alınamadı. Ayios Sozomenos köyünde 11 kişi öldürüldü. Atlılar köyünde 57, Muratağa ve Sandallar köyünde 89 Türk; kadın, çocuk, yaşlı, genç demeden Rumlar tarafından topluca kurşuna dizildi. BM’nin telkiniyle silahlarını teslim eden Taşkent, Terazi ve Mari köylerinin tüm erkekleri Limasol yakınlarına götürülüp kurşuna dizildi. Limasol’da 20 çocuk, Alaminos Köyü’nde 14 kişi, Limasol yakınında 200 kişilik köyde 36 kişi, Magusa’da 32 sivil Türk katledildi. Lefkoşa’da bir çöplükte 88 Kıbrıslı Türk’ün cesedi bulundu. Cesetler kurşunla delik deşik edilerek öldürülmüş ve öldürülmeden önce tellerle bağlanmış, kiminin başı kesilmişti.

Limasol’daki Türk mahalleleri tamamen yakıldı. Magosa etrafındaki köylerde katliam yapıldı, Lefkoşa Kumsal semti Rum vahşetine şahit oldu. Muratağa, Sandallar ve Atlılar’da eli silah tutan tüm erkekler esir alındı, geride kalanlar katledilerek iki toplu mezara gömüldü. Serdarlı ve Gönendere köyündeki Türk evleri yakılıp yıkıldı, yağma edildi, hayvanlar Rumlar tarafından çalındı.

Bunlar, 1974 öncesinde Rumların Kıbrıslı Türklere karşı yaptığı soykırımdan, vahşet ve katliamdan sadece birkaç örnek.

Bireyin ve toplumun kendini “İslam” ile ifade ettiği, “İslami kimlik” takındığı dönemlerde yaşayan “Şeriatçı atalarımız”, az sözle çok şey ifade etmeyi başarabilmiş, bir cümle ile koca bir konuya izah getirebilmişlerdir. Bunu başarabilmelerinin nedeni basittir: Geçmişlerini inkâr etmemek, tarihi birikimleriyle bağlarını koparmamak, kendi öz varlıklarını inkâr edip başka toplulukların öz varlıklarını taklit etmemek, dostunu düşmanını bilmek, kimlik ve kişilik değerlerini terketmemek, kendinde olanı atıp yabancı değerleri almamak, körü körüne taklitçilikten kaçınmak; tecrübelerini, deneyimlerini, tarihi birikimlerini, kültür ve geleneklerini inkâr etmemek, tecrübelerini ve ulaştıkları hâsılayı gelecek kuşaklara miras bırakma basiretiyle özlü bir söze çevirebilmek...

Mesela demişler ki; “domuzdan post, gâvurdan dost olmaz!”

Bunu, 250 yıldır taklit etmeye, kendileri gibi olmaya çalıştığımız, hatta var olan devletimizi bile yıkıp, yeni devleti onların yasalarına ve değer yargılarına uygun olarak kurduğumuz, zorla ve şiddet kullanarak onlar gibi olması için toplumu dönüştürdüğümüz, yıllardır kapısında adalet aradığımız, içlerine girmek ve onlar gibi olmak için can atıp her şeyimizi feda ettiğimiz Avrupa Birliği’nin yaklaşımından anlamış olmamız lazım.

“Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)”, 1974’te yapılan “Kıbrıs Barış Harekâtı” hakkında bir karar verdi. Yukarıda örneklerini verdiğim Rum zulmüne “dur” diyen harekâttan ötürü Türkiye’yi 90 milyon Euro tazminata mahkûm etti.

Dava, 1974 harekatıyla “1491 Rum vatandaşının kaybolduğu, 211 Rum vatandaşının yerlerinden edildiği” gerekçesine dayanıyor. Bu gerekçeyle Türkiye’yi tazminata mahkûm eden AİHM, acaba neden Rumların Türklere yaptığı zulmü görmez ya da bu zulmün mümkün olduğunca tazmini için Türkiye neden gerekli girişimlerde bulunmaz, anlamak güç.

Bu vahşi örnekler ortadayken, AİHM Türkiye’yi mahkûm ediyor etmesine de, bir kişi de çıkıp, “hastir” çekmiyor. Bir kişi de çıkıp, Rumların yaptığı vahşeti dile getirerek karşı atakta bulunmuyor. Bir kişi de çıkıp, AİHM’i de, kararlarını da tanımadığını ilan etmiyor.

Ya ne oluyor? AİHM’i “karar verici” olarak tanıyorlar, ama çalıyı dolaşmaya çalışıyorlar.

Mesela bir profesörümüz, Rum yönetimini kastederek, “Türkiye o rejimi tanımadığı için tazminat ödemesi söz konusu değil” diyor. Ne yani, Türkiye Rum yönetimini tanısaydı, AİHM’in bu kararını kabul edip tazminat ödeyecek miydi? Batı insanının tüm dünyada yaptığı ve yapmakta olduğu vahşeti görmeyip, vahşeti önlemeye yönelik bir harekâtı mahkûm etmelerinin “adalet”ten değil, “gâvurluk”tan kaynaklandığı ilan edilmeyecek mi? Daha hâlâ “gâvurdan dostluk beklenilmeyeceği”nin ayırdına varamadık mı?

Dışişleri kararı reddettiğini açıklıyor da, AİHM’e değil, kararına itiraz ediyor. Oysa önemli olan, bizzat “AİHM’in karar vericiliği”ni reddetmek değil midir?

Muhalefete gelince... Sanki Kıbrıs meselesi sadece Hükümetin meselesiymiş, Türkiye’ye yapılan uluslararası muamele sadece Hükümet’i ilgilendiriyormuş gibi, muhalefet Hükümetin yanında yer almadı. Bu “anlamlı” değil mi?

Bu karar gâvurdan dost olmayacağının resmidir de, içimizdeki “gâvurluklar”ı tanımanın da resmidir aynı zamanda.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum
Faruk Köse Arşivi