İnsan olmak...

İnsan olmak...

‘Ne mutlu Türküm diyene!’

Mustafa Kemal’in söylediği sloganlardan... Peki, ama Türkiye’de kimler bu ‘mutluluğa’ gerçekten erebiliyor? Resmi söyleme bakacak olursanız ırk ve inanç ayrımı gözetmeden bu topraklar üzerinde bulunan herkes buna kadir.


Fiiliyattaysa, dini azınlıkların üyeleri ve bazı etnik gruplar ikinci sınıf vatandaş konumunda. Hıristiyan nüfustan geriye kalanlar (Rumlar, Ermeniler veya Süryaniler), 15 milyon Kürt ve bunun yanında 10 milyon Alevi Müslüman sürekli olumsuzluklara maruz kalıyor.

Cumhuriyetin kurulmasından 84 yıl sonra bile nüfusun bir bölümü hálá ulusal birliğe yönelik tehdit olarak değerlendiriliyor.

Zira kolektif bilinçte ‘Türk olmanın mutluluğu toprağa atıfla belirlenmiyor, dinle örtüşen etnik bir tanıma denk geliyor.’

***

‘Mahkemelerde birbirini izleyen davalar, ‘dahili düşmanlara’, ‘Türk olmayanlara’ karşı girişilen saldırılar, hatta cinayetler ortamın gerginliğine işaret ediyor.

İtalyan rahip Andrea Santoro ve ardından Ermeni gazeteci Hrant Dink öldürüldü. Malatya’da üç misyoner katledildi. Daha yakın bir tarihte, 16 Aralık’ta bir başka İtalyan rahip Adriano Francini İzmir’de bıçaklandı ve ağır yaralandı. Bunların dışında PKK karşıtı dalgayla harekete geçen aşırı sağcı gruplar İstanbul ve Bursa’da Kürtlere karşı cezalandırıcı eylemlere girişti. Aşırı milliyetçi fikirlerle aşılanmış gençler Türk kanı adına bir dizi ırkçı suça imza attı.

Hrant Dink saptırılan sözleri yüzünden hedef alındı; önce milliyetçi basın, sonrasında mahkemeler ve son olarak da 17 yaşındaki katil zanlısı O. S. tarafından.

Soruşturma perde arkasındakilere kadar uzanamadı. Devlet aygıtının üst mevkilerindeki suç ortakları gizli kaldı. Daha ciddisi O. S. halk kahramanına dönüştü. Futbol tribünleri adını bağırdı. Kendisini tutuklamakla görevli jandarmalarsa ellerine Türk bayrağını alan O. S.’la birlikte fotoğraf çektirdi. Duruşma günüyse sanıklar mahkemeye Türk neofaşistlerinin fetiş sloganı ‘Ya sev ya terk et!’ yazılı bir yapıştırmayla süslenmiş askeri araçla getirildi.’

***

‘Söz konusu ırkçılık Türkiye’nin kimlik gerilimlerine her maruz kalışında yeniden beliriyor.

Yerel ekonomi 2001’ten itibaren giderek artan bir biçimde küreselleşmeyle bütünleşti.

2004’teyse Ankara AB’yle uzun ve zorlu katılım müzakerelerine başladı. Birden gelen değişim pusulaların şaşmasına ve ‘ulusalcılığın’ yükselişine yol açtı.

En başta ordu olmak üzere muhafazakár Kemalistler, demokratik reformlara ve bu yeni ortamın getirdiği tarihsel içe bakışa ellerinden geldikçe karşı koyuyor.

Milliyetçi tahayyüllere göre bugünün Batılı güçleri aslında dünün emperyalistleri. Osmanlı İmparatorluğu’nu dize getiren bu güçler gizli planlarını koruyor ve azınlıkların yardımıyla ulusu bölmek için planlar yapıyorlar.’

***

‘Göze batan cinayetlerin ötesinde azınlıklara yönelik şiddet kurumsal şekiller gösteriyor.

1923 tarihli Lozan anlaşmasınca ‘korundukları’ kabul edilen ‘gayrimüslim’ azınlıklar mesela üst düzey kamu görevlerine erişmekte sınırlamalarla karşılaşıyor.

Dini vakıflara ait yüzlerce gayrimenkul yasalarla devlet tarafından gasp edildi. Bu duruma son verecek bir yasa AB tarafından şiddetle talep edilmesine rağmen yine bürokrasiye takılıyor.

Genellikle Sünni olan Kürtlerle ilgili ihtilaf kültürel, dilsel ve siyasi haklar üzerine.

Alevi Müslümanların özgürlükleri de Brüksel’in talep listesinde. İslam’ın bu mistik ve liberal kolunu benimseyenler, camiler ve imamların giderlerinin devletçe karşılandığını ama kendi ibadet mekánları olan cemevlerinin kamu tarafından finanse edilmesinin reddedildiğine tanık oluyor. Ayrıca Alevi öğrenciler sadece Sünni İslam’ın öğretildiği zorunlu din derslerine katılmak mecburiyetinde kalıyor. Bu durum Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nce de haksız bulunmuş bir anormallik.’

***

‘Azınlık cemaatleri sözüm ona ‘birörnek’ bir çekirdeğe kıyasla dışlanmakta.

Neredeyse mitolojik bir ‘norm’ söz konusu; Türk, Müslüman ve Sünni olmak üzerine.

Oysa Türkiye Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya’dan göçmüş halkların oluşturduğu bir mozaik, kolektif olarak melezleşmiş bir ülke. Resmi ideolojiyse hep farklılıkları silmek için çalışıyor.

Söz konusu asimilasyon sadece Kürtlere dokunmuyor. Her nüfus sayımında yapılan etnik sayımın sonuçları 1965’ten beri bilinmiyor. Kültürel ayıklama aynı zamanda isimlerden mutfağa, hayvan türlerinin adlarından mimariye kadar uzanmakta.

Okul müfredatı etnik bir anlayışla Türklerin ataları Hunların tarihine epey yer veriyor. Ancak daha öncesinde Anadolu’da bulunan kültürler hakkında tek bir laf etmiyor. Arkadaşı Baskın Oran gibi Hrant Dink’in isteği de Türkiye’nin paradigma değiştirmesi ve ‘Türk’ yerine ‘Ne mutlu Türkiyeliyim diyene!’ denilmesiydi.’

***

Yukarıda özetleyerek yayınladığım yazı 28 Aralık’ta Le Monde Gazetesi’nde yayınlandı.

Yazıyı Guillaume Perrier kaleme aldı. Yazının Türkçe tam metnini önce Taraf Gazetesi’nde, ardından da Radikal Gazetesi’nde okuduk.

Buna ‘2007 yılında Türkiye’nin resmi’ de diyebilirsiniz.

Bizim hala tam benimseyemediğimiz ‘vatandaşlık hukuku,’ herkesi etnik kökenine, diline, inancına bakmaksızın sadece ‘insan’ olarak kabulü anlamına geliyor.

Biz bunu bugün sona ermekte olan yılda da başaramadık...

Umarım ‘insanı, insan olarak’ kabul edip, onun kutsal bir değer olduğunu yeni yılda algılarız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi