Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

“Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar!”

“Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar!”

Ah şu “Medeniyet”!..

Bediüzzaman’ın “mimsiz” deyip “deniyet”e (aşağılık) dönüştürdüğü, böylece mahiyetini bir harf değişikliğiyle özetlediği Batı uygarlığı...

Bu “medeniyet”...

Roma’yı yaktı...

Mazlum gladyatörleri aslanlara yem etti...

Kızılderilileri, yılların içine inşa ettikleri tüm kültürleriyle birlikte yok etti (“En iyi Kızılderili ölü Kızılderilidir” sözü onların sözüdür)...

Afrika insanını özgürlüğünden mahrum bırakıp köleleştirdi: Bedava iş gücü olarak asırlarca kullandı (Londra metrolarında Hindistan Müslümanlarının iskeletleri gömülüdür)...

Zencileri zincirleyerek çalıştırdı...

Kendi ırkından gelmeyen insanları ya esir kamplarında ölüme terk etti ya da fırınlarda diri diri yaktı (Hitler Almanya’sı)...

Hiroşima ile Nagazaki’yi iki atom bombası ile tarihten sildi...

İki dünya savaşında milyonlarca insan öldürdü, yüzbinlerce ocak söndürdü...

Dresten’de bir gece bombardımanında otuz beş bin çoluk-çocuk katletti...

Afganistan’da düğün evini bombalayıp onlarca mazlumu öldürdükten sonra, “Pardon yani” diyerek geçiştirdi (ABD)...

Filistin’de bebekleri boğazladı, çocukların kollarını taşlarla kırdı, o toprakların ebedi sahiplerini sistematik olarak yok eden İsrail’e sürekli kol-kanat gerdi (ABD ve tüm Avrupa)...

Irak’ta camileri bombaladı...

Suriye’de yıllardan beri devam eden katliama seyirci kaldı...

Mısır darbecilerini sessizliğiyle onayladı...

PKK terörünü besleyip büyüttü, on binlerce insanın ölmesini seyretti...

Adaletin karşısına gücü, faziletin karşısına yalanı, ahlâkın karşısına içki ve uyuşturucuyu koydu...

Kendini de, dünyayı da mahvetti!

Dünya şimdi bu acılarla kıvranıyor.

Osmanlı bu gerçeği görmüştü. 1800’lerde Osmanlı Devleti’ni gezmeye gelen İtalyan yazar Edmondo de Amicis, “Constantinople” isimli eserinde, Osmanlı insanının Avrupa’ya bakışının altını tek cümle ile çiziyor:

“Türk’ün nazarında bizim ırkımız (Avrupa ırkı) hafifmeşrep, bayağı, kendini beğenmiş, bozuk bir ırktır.” (Fransızca tercümesi, Paris 1883, s. 424)...

Biz yıllar önce onlara benzemeye başladık. Bunun için büyük gayret gösterdik. Dilimizi, kılığımızı, alfabemizi, müziğimizi değiştirdik...

Geriye kala kala bir dinimiz kaldı: Onun da “Asr-ı Saâdet Müslümanlığı”na ne kadar benzediği tartışılır.

Dilimiz zaten gitti gider: O kadar ki, günümüzde, herhangi bir alışveriş merkezinde Türkçe dükkân ismini mumla arıyoruz.

Oysa A.L. Castellan, “Lettres sur la Grece, l’Helalespont et Constantinople” isimli eserinde, Türkçe dışında dil kullanmamaya özen gösterdiğimizi söylüyor:

“Türkler, yabancı dil bilseler bile, çok zorlanmadıkça Türkçe’den başka dil kullanmamaya özen gösterirler. Bunu kendilerine ve milletlerine saygının gereği sayarlar. Yabancı dil kullanırlarsa vekar ve haysiyetlerini ihlâl etmiş olacaklarına inanırlar.” (Paris, 1811, c.2, s. 69).

Her şey bir birine bağlı: Dünya üzerindeki etkimizi yitirip kendi içimize büzülmemizin bir sebebi olmalı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi