Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Erken karar

Erken karar

Vaktiyle köyün birinde yaşlı, fakir, ama mutlu bir adam yaşarmış. Hayatta kır atından ve oğlundan başka kimsesi yokmuş. Ama atı o kadar güzelmiş ki, ülkenin kralı bile onu duymuş ve büyük paralar vererek satın almaya çalışmış...

Fakat ihtiyar köylü, “Benim gözümde bu sadece bir at değil, bir dost, bir arkadaş bir yoldaştır, insan dostunu satamaz, bağışlayın” diyerek, kralın teklifini geri çevirmiş.

 Köyün akıllıları, ihtiyarın davranışını anlamlandıramamışlar, aklını yitirdiğini düşünüp akıl vermeye gitmişler: 

“Atını satarsan zengin olur, ahir ömründe rahat edersin, hadi inat etme, satıver gitsin!”

Fakat ihtiyarı kararından döndürememişler.

Gel zaman, git zaman, bir sabah bakmışlar ki, kır at ortada yok. Aramışlar, taramışlar bulamamışlar. Köyün önderleri, ihtiyarın başına toplanmış: 

“Keşke bizi dinleyip satsaydın! İşte ellerin böğründe kaldı. At da yok, para da yok.” 

“Öyle değil” demiş ihtiyar, “karar vermek için acele etmeyin. Sadece ‘at kayıp’ demekle yetinin. Çünkü gerçek budur. Atımın kaybolması, yararıma mı, zararıma mı bilemezsiniz.” 

Köylüler ihtiyar adama kahkahalarla gülmüşler. Gönüllerince alay etmişler. 

Aradan onbeş gün geçmeden, kır at, ansızın eve dönmüş... Üstelik vadideki on iki vahşi atı da beraberinde getirmiş…

Bunu gören köylüler, toplanıp ihtiyardan özür dilemişler: 

“Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil, meğer ki talihmiş. O kayboluş sayesinde bir sürü atın oldu.” 

“Karar vermekte gene acele ediyorsunuz” demiş ihtiyar, “sadece atımın diğer atları yanına alarak geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek de bundan ibarettir. Daha sonra neler olacağını Allah’tan başka kimse bilemez.”

Köylüler bu defa açıkça ihtiyarla dalga geçememişler, sadece, “Bu adam sahiden kaçık galiba” diye düşünmüşler... 

Bir hafta geçmeden, kır atın vadiden getirdiği yılkı atlarını terbiye etmeye çalışan oğlu, attan düşüp ayağını kırmış. Bunu öğrenen köylüler, yine ihtiyarın evine doluşmuşlar: “Bir kez daha haklı çıktın” demişler, “vahşi atlar yüzünden oğlun sakatlandı. Sana bakacak başka kimse de yok. Şimdi eskisinden daha fakirsin.” 

İhtiyar: “Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz” diye karşılık vermiş, “yine her zamanki gibi acele ediyorsunuz. Tamam, oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu kadardır. Bunun hayır mı şer mi olduğunu sadece Allah bilir. Yaşayıp göreceğiz.”

Birkaç hafta sonra, ülke düşman saldırısına uğramış. Kral, son bir ümitle, eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş. 

Köylüler, gene ihtiyara gelmişler: “Gene haklı olduğun ispatlandı” demişler, “oğlunun bacağının kırılması meğer hayırmış. Bu sayede savaşa gitmekten kurtuldu. Oysa bizimkiler, belki bir daha köye dönemeyecekler...”

İhtiyar köylü acı acı gülümsemiş:

“Siz erken karar vermeye devam edin bakalım” demiş, “oysa ne olacağını kimse bilemez. Bilinen tek gerçek şu ki, benim oğlum yanımda, sizinkiler savaşta... Ama bunların hangisinin talih, hangisinin talihsizlik olduğunu sadece Allah bilir.”

Hikâye, şer gibi görünen olayların içinden hayır çıka çıka uzayıp gidiyor. Geriye sadece “hayat dersi” kalıyor:

Sanırım çoğumuz, henüz sonuçlanmamış bir hayatın içindeki olayları, karamsar bir bakış açısıyla değerlendirdiğimiz için mutsuz oluyoruz?

“Gün doğmadan neler doğar” demişler.

 “Dövülmeden ağlama” demişler…

“Dereyi görmeden paçaları sıvama” demişler.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi