Abdullah Şanlıdağ

Abdullah Şanlıdağ

Milli Eğitim Şurası ve Osmanlı Türkçesi

Milli Eğitim Şurası ve Osmanlı Türkçesi

Milli Eğitim Şurası’nda alınan kararlar laikçi cepheyi hem köşeye sıkıştırdı, hem de fena halde eskiyi sahiplenmelerine sebep oldu. Şura’da alınan en önemli radikal karar “Osmanlı Türkçesinin İmam-Hatiplerde zorunlu, normal liselerde ise seçmeli ders olarak okutulması yönünde atılan adımdır. Fakat üzülerek belirtelim ki, DES Genel Başkanı Mustafa Avcı’nın da belirttiği gibi, kararın pedagojik değil ideolojik zeminde münakaşa edilmesi hepimizi üzdü. Pedagojik düzlemde çocuk ve gençlerimizin dil, yazı, kültür, sanat, estetik ve duyuşsal gelişimi ile tarihlerini daha nitelikli öğrenmelerini sağlamaya matuf bu projenin ideolojik zemine indirgenmesi, etkisizleştirme çabasından başka bir şey değildir. Onların bu çıkışına karşı Reis de doludizgin giderek adeta meydan okuyor ve diyor ki“Osmanlıca’nın bu ülkenin evlatlarının öğrenmesinden ürkenler var. Bunlar istese de istemese de bu ülkede Osmanlıca öğrenilecek ve öğretilecektir.”

Öncelikle Sayın Cumhurbaşkanımızın “isteseler de istemeseler de bu ülkede Osmanlıca öğrenilecek!” sözü eleştirilebilir. Çünkü empati yaptığımızda bunu daha iyi anlayabileceğimiz kanaatindeyim. İktidarda AK Parti değil de CHP olsa, okullarda müfredat olarak Atatürk’ün “Nutuk” isimli eserinin zorunlu ders olarak okutulmasını karara bağlasa, dindarlar olarak biz bunu nasıl değerlendirirdik? Bu ülkede, isteyen istediği ideolojiyi, hatta dini (beşeri ideolojilerin de insan yaşamını tanzim eden yönleri olduğu için “din” olabileceğini önceki yazılarımızda zikretmiştik) benimseyebilir. Herkes inancında ve düşüncesinde özgürdür. Kimsenin ötekine kendi düşüncesini baskı ve şiddet yoluyla deklare etme özgürlüğü yoktur. Mesela kimse bana Kemalizmi dayatamaz. Kimse  falan lideri “seveceksin”, şu mesele için öleceksin deme hakkına sahip değildir. Benim özgürlüğümün, inancımın ve düşüncelerimin başladığı yerde diğerlerinin bitmemeli. Peki durum böyle iken meseleyi biraz daha yumuşatarak, insanların gönlünü okşayarak yaklaşmak, sonuca ulaşmak açısından daha faydalı olmaz mı? Aslında Tayyip Beyin kalbi ve gönlü yumuşaktır, fakat zaman zaman belki kendisi de istemiyordur ama üslupta sorun yaşayabiliyor. Mesela onun Osmanlı Türkçesine ilişkin söylediği sözler, lisan açısından diktatör bulundu. CHP’li vekil Aykut Erdoğdu’nun biraz cahillik biraz da kıskançlık kokan eleştirel bakışını arz edeyim. Erdoğan’a yönelik şu sözleri sarf etmiş: “Milli Eğitim sistemi şu an itibariyle seçmen yetiştirme projesine dönmüştür. Ahlaklı ve iyi yetişmiş yurttaşlar yetiştirmektense AKP’ye seçmen yetiştirme projesine çevriliyor. Gelecekte bunun çok çok büyük zararlarını göreceğiz.Recep Tayyip Erdoğan’ın bu faşist ve diktatörce yaklaşımlarına sonuna kadar direneceğiz.”

Doğru oturup doğru konuşalım. Hükümetin Milli Eğitim Şurasında Osmanlı Türkçesinin İmam-Hatiplerde zorunlu, liselerde ise seçmeli ders olarak okutulması yönünde başlattığı projeyi destekliyorum. Sadece üslubun biraz daha yumuşak olması ve bizim gibi düşünmeyenlere karşı hoş görülü olmamız gerektiğini düşünüyorum.

Osmanlıca diye bir dilin olmadığını söylememe bilmem gerek var mı? Osmanlı Hanedanına vefa olsun, hürmet olsun diye; adına Osmanlıca dediğimiz dilin aslı Türkçedir. İlla denecekse belki Osmanlı Türkçesi denilebilir. Bizim yıllarca “dedesinin yazdığı kitabeyi anlamaktan yoksun bir nesil yetişiyor” söylemimizi şimdilerde ötekiler sahipleniyor.

Türkiye Cumhuriyet döneminden ve devrim yasalarının tatbikinden sonra kendisine örnek olarak Batı’yı model aldı. Batı tüm projesini özgür akla, vicdana ve laik temele dayandırdı. Biz de aynı yolu takip ettik. Bu yüzden de ümmet olmaktan çıkıp küresel dünyanın ve uluslar arası güçlerin vagonu olduk. Kapitalist, modern ve seküler bir hayatı özümsedik. Beraberinde her şeyimiz değişti ve dönüştü. Yani kahir çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede garbın adetleri, gelenekleri, yer yer dini, bizim hayatımızı kuşatır oldu. Sonuçta Akif’in dediği gibi bizler Batı’nın dini gibi çürük olurken, Batı bizim dinimiz gibi sapa sağlam ayakta kalmayı başarabildi. Şimdi iktidar, raydan çıkmış treni yeniden rayına oturtmaya çalışıyor, hepsi bu. Eskiden bizim, “din elden gidiyor” feveranımızı şimdi onlar, çocuklarımız elden gidiyor diyerek  seslendiriyor. Diyorlar ki, “biz neyse alıştık İslamcılara da çocuklarımız elden gidiyor”. Geri ve gezi zekalılar bilmiyorlar ki, aslında iktidar kendilerinin de faydasına olacak projelere imza atıyor. Eli kalem tutan, koca koca internet sitelerinde akademik yazılar kaleme alan, biraz aklı ve zekası bu işlere basan liberal bir kalemin tespiti şöyle: “Cumhuriyet Devrimi; siyasi toplumun temelini “Ümmetten Millet’e” çevirdi, siyasi iktidarın temelini “kişisel egemenlikten Millet egemenliğine” döndürdü, “Teokratik Devlet yapısı (dini demek istiyor) yerine Lâik Devleti” getirdi,”modernleşme ve gelenekçilik” arasında bocalayan toplumu bu ikilikten kurtararak yüzünü çağdaş Batı medeniyetine çevirdi.”

Yani demek istiyor ki, zaman tersine döndü, eskiden bizim onlara karşı yaptıklarımızı şimdi onlar bize yapmaya başladı. AK Parti ile başlayan sosyal ve siyasal dönüşüm, toplumun temelini Millet çizgisinden yeniden ümmet temeline oturtacak. Siyasi iktidarın temeli, laik seküler ve eski Türkiyeci yapıdan İslamcı, projeci yapıya döndürdü. Demokratik, laik ve kemalist düzen, uzun vadede yerini İslamcı bir devlet yapısına bırakacak. Toplum, modernleşme ile gelenek arasında zorlanmayacak, İslami normlara kendisini teslim edecek.

Bireysel ve toplumsal değişim, öyle kolay gerçekleşmez. Bu konuda sünnetullah vardır.Toplum kendi özündekileri değiştirmedikçe Allah da onların özündekileri değiştirmez.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdullah Şanlıdağ Arşivi