Cübbeli Ahmet Hoca

Cübbeli Ahmet Hoca

Dünya ve Ahiret işleri beraber yürümeli

Dünya ve Ahiret işleri beraber yürümeli

Hz. İbrahim Aleyhisselam’a şunların vahiy edildiği naklediliyor bazı kaynaklarda: “Akıllı kişiye ne gerekir? Zamanını bilecek, dilini fuzuliyattan koruyacak, işine bakacak; dünya ve ahiret…”

Müs­lü­ma­nın dün­ya, ahi­ret iş­le­ri bir­bi­rin­den ay­rıl­maz!

Ta­ri­kat­tan mak­sut sen her­ke­sin için­dey­ken Mev­la­’yı unut­ma­man, O’­nun­la be­ra­ber ola­bil­men­dir. İma­m’­ı Rab­ba­ni (K.S) haz­ret­le­ri, ta­ri­kat yo­lun­da Fe­na­fil­lah ma­ka­mı­nı ‘kes­ret­te vah­de­t’ ola­rak bil­di­ri­yor. Ta­ri­kat za­ten onun için la­zım. Mev­la­’yı unut­ma­mak; O’n­da yok ol­mak, O’n­da kay­bol­mak içi­n…

Bu ta­bi bu­ra­da bir ye­ri­ne bir şey bat­tı­ğı za­man duy­ma­mak an­la­mın­da de­ğil. Sen sen­den geç­tin de se­ni kes­se­ler, doğ­ra­sa­lar mor­fin­le­miş de­ğil­ler. O za­man “Sen na­sıl ken­din­den geç­tin de her şey­den ha­be­rin var?” der­ler. Öbür ta­raf­tan da akıl­lı ki­şi za­ma­nı­nı bi­le­cek de­ni­yor. Şim­di di­ye­cek­si­niz ki Car­li­e Heb­do ol­muş. Şim­di bu­nu sor­duk­la­rı za­man, “Ben fe­na­fil­la­hım, Al­la­h’­ta fa­ni ol­mu­şum, ora­sı ney­miş, ne­re­siy­miş?” de­nir mi? İs­la­mi­yet sa­na de­mi­yor ki dün­ya­nın ha­va­di­sin­den uzak ol.

AL­LA­H’­LA iR­Ti­BA­TI­MIZ IR­MAK Gi­Bi OL­MA­LI

Al­lah ile nis­pe­ti­miz, bağ­lan­tı­mız de­vam­lı akan ır­ma­ğa ben­ze­me­li. De­vam­lı akan ır­ma­ğa yap­rak düş­se, düş­tü sa­yı­lır mı sa­yı­lır. Pe­ki su­yun akı­şı­nı dur­du­rur mu dur­dur­maz. Su dur­mu­yor­sa, mak­sat onun ce­re­ya­nı ise, o sü­rek­li­lik ha­li de­vam et­ti­ği sü­re­ce o yap­rak o su­ya düş­me­di sa­yı­lır, so­run yok de­mek­tir.

Bi­zim de ak­lı­mı­za fik­ri­mi­ze Al­la­h’­tan gay­rı dü­şün­ce­ler ge­lir mi ge­lir. Ama yer et­me­me­li! Yer­leş­me­me­li! Bir şey bir ye­re yer­le­şin­ce baş­ka bir şe­yin ye­ri­ni alır ki teh­li­ke bu­ra­da. Su­ya bir ka­ya dü­şün­ce su­yu dur­du­rur akın­tı­yı ke­ser, sı­kın­tı baş­lar. 

Dün­ya ha­ya­tı bi­ze rab­bi­mi­zi unut­tur­ma­sın. İn­san ta­bi ha­nı­mıy­la il­gi­le­ne­cek, ço­cu­ğuy­la şa­ka­la­şa­cak, ama Al­la­h’­ı da unut­ma­mak kay­dı şar­tıy­la. Ta­bi bu yo­lun zor­luk­la­rı, de­re­ce­le­ri var. İş­te ta­sav­vuf bir ba­kı­ma da bu­nun için var.

AKIL­LI Kİ­Şİ­YE NE GE­RE­KİR?

Hz. İb­ra­him Aley­his­se­la­m’­a şun­la­rın va­hiy edil­di­ği nak­le­di­li­yor ba­zı kay­nak­lar­da: “A­kıl­lı ki­şi­ye ne ge­re­kir? Za­ma­nı­nı bi­le­cek, di­li­ni fu­zu­li­yat­tan ko­ru­ya­cak, işi­ne ba­ka­cak; dün­ya ve ahi­re­t…­”

İn­san bak­tı­ğın­dan, duy­du­ğun­dan, ko­nuş­tu­ğun­dan, dü­şün­dü­ğün­den, et­ki­le­ni­yor. Ek­ran­la­rı sey­re­der­ken ta­bi al­dı­ğı­mız akis­ler kalp ha­vu­zu­na yan­sı­yor. Ama her­kes bun­dan et­ki­len­me­ye­bi­lir. Ma­kam me­se­le­si bu­ra­da dev­re­ye gi­ri­yor. Ma­kam me­se­le­si ne­dir? Fe­na­fil­lah ma­ka­mı­na gel­din ise o şey se­ni et­ki­le­me­di de­mi­yo­ruz. Top­rak düş­me­di, yap­rak düş­me­di de­mi­yo­ruz. Gör­dün de an­la­ma­dın, vur­dun da duy­ma­dı de­ğil ki. Vur­dun, duy­du. Ama bu­ra­da kal­bin Al­lah ile ir­ti­ba­tı ke­sil­di mi, ke­sil­me­di. İş­te ba­şa­rı bu­dur.

Ni­ME­TiN KAP­KAÇ­ÇI­SI OL­MA­MAK GE­REK

Sen ne ya­pı­yor­sun? Sen bir şe­yi sey­re­der­ken, o an­da da ye­mek yer­ken Al­la­h’­ı zik­re­de­mi­yor­sun. Ya­ni “Bu­nu ba­na kim ver­di, su­yu ner­den gel­di, bu top­rak­ta bu tat ne­re­dey­di, bu kar­puz bu hur­ma bu ku­ru dal­dan na­sıl bal gi­bi ol­du­” di­ye­mi­yor, yer­ken bu te­fek­kür­le­ri ya­pa­mı­yor­sun. 

Ne­den çün­kü ye­mek se­ni meş­gul edi­yor.

Hal­bu­ki fe­na­fil­lah ol­du­ğun za­man ye­me­mek yok. Yi­yor­sun ama yer­ken sa­hi­bi­ni unut­ma­dan yi­yor­sun. Ya­ni hır­sız ol­mu­yor­sun. Ya­ni teş­bih ge­re­kir­se kap­kaç­çı po­zis­yo­nu­na düş­mü­yor­sun. İş­te ta­ri­kat sa­na bu­nu da öğ­re­ti­yo­r…

Bir acı kah­ve­nin kırk yıl ha­tı­rı bek­le­ni­yor. Kah­ve Al­la­h’­ın, su Al­la­h’­ın se­nin yap­tı­ğın bir şey de yok, sa­de­ce ve­si­le ol­ma­nın ha­tı­rı. Şe­ker­li ol­sa bel­ki sek­sen yıl bek­le­ye­cek­sin. 

Pe­ki hiç­bir ser­vet­le öl­çü­le­me­yen bir ne­fe­si­nin, ne­fes ni­me­ti­nin ha­tı­rı hiç mi önem­li de­ğil? Rab­bi­miz cüm­le­mi­zi kul­luk ni­me­ti­nin şu­uru­na eren­ler­den ey­le­sin.

ALTINLAR KOLTUGUMUN ALTINDA DiKiLi

Bir gün Abdülkādir Geylânî’ye “Bu işe başladığınızda, bu yola adım attığınızda, temeli ne üzerine attınız? Hangi ameli esas aldınız da böyle yüksek dereceye ulaştınız?” diye sordular. Şöyle anlattı: “Temeli sıdk (doğruluk) üzerine attım. Aslâ yalan söylemedim. Yalanı kâğıda bile yazmadım ve hiç yalan düşünmedim. İçimi ve dışımı bir yaptım. Bunun için işlerim hep rast gitti.

HAYVAN DİLE GELDİ

Çocukken maksadım ve niyetim; ilim öğrenmek, onunla amel etmek, öğrendiklerime göre yaşamaktı. Küçüklüğümde Arefe günü çift sürmek için tarlaya gittim, bir öküzün kuyruğundan tutunup, arkasından gidiyordum. Hayvan dile geldi ve dönüp bana: ‘Sen bunun için yaratılmadın ve bununla emrolunmadın’ dedi. Korktum, geri döndüm. 

ANNEM SÖZ ALDI

Evimizin damına çıktım. Gözüme hacılar gözüktü. Arafat’ta vakfeye durmuşlardı. Anneme gidip: ‘Beni Allâh-u Te‘âlâ’nın yolunda bulundur. İzin ver de Bağdat’a gidip ilim öğreneyim. 

Sâlih zâtları ve evliyâyı bulup ziyâret edeyim’ dedim. Annem sebebini sordu, gördüklerimi anlattım. 

Bunun üzerine annem ağladı ve kalkıp babamdan mîrâs kalan seksen altının yarısını kardeşime ayırdı. Kalanını bana verip, altınları elbisemin koltuğunun altına dikti. Gitmeme izin verip, her ne olursa olsun doğruluk üzere olmamı söyleyip, benden söz aldı. ‘Haydi, Allâh selâmet versin oğlum. Allâh-u Te‘âlâ için ayrıldım. Artık kıyâmete kadar bir daha yüzünü göremem’ dedi.

ALAYCI ZANNETTİLER

Küçük bir kâfile ile Bağdat’a gitmek üzere yola çıktım. Hemedan’ı geçince, altmış atlı eşkiyâ çıka geldi. Kâfilemizi bastılar, kervanı soydular. İçlerinden biri benim yanıma geldi. ‘Ey derviş! Senin de bir şeyin var mı?’ diye sordu. ‘Kırk altınım var’ dedim. ‘Nerededir?’ dedi. ‘Koltuğumun altında dikili’ dedim. Alay ediyorum zannetti. Beni bırakıp gitti. Bir başkası geldi, o da sordu, fakat o da bırakıp gitti. İkisi birden reislerine gidip, bu durumu söylediler. 

SÖZÜMDE DURDUM

Reisleri beni çağırttı. Bir yerde, kâfileden aldıkları malları taksim ediyorlardı. Yanına gittim. ‘Altının var mı?’ dedi. ‘Kırk altınım var’ dedim. Elbisemin koltuk altını sökmelerini söyledi. Söküp altınları çıkardılar. ‘Neden bunu söyledin?’ dediler. ‘Annem, ne olursa olsun yalan söylemememi tenbih etti. 

Doğruluktan ayrılmayacağıma söz verdim. Verdiğim sözde durmam lazım’ dedim. 

TÖVBEDE REİSİMİZ OL

Eşkıyâ reisi, ağlamaya başladı ve: ‘Bu kadar senedir ben, beni yaratıp, yetiştiren Rabbime verdiğim sözü bozuyorum’ dedi. Bu pişmanlığından sonra tövbe edip, haydutluğu bıraktığını söyledi. 

Yanındakiler de: ‘İnsanları soymakta, yol kesmede sen bizim reisimiz idin, şimdi tövbe etmekte de reisimiz ol’ dediler. 

Sonra hepsi tövbe ettiler. Kâfileden aldıkları malları sahiplerine geri verdiler. İlk defa benim vesîlemle tövbe edenler bu altmış kişidir.”

ÖMÜR UZUNLUĞU iÇiN iSM- ŞERiF

 “Ey hiç­bir di­ri mev­cut de­ğil­ken mül­kü­nün ve bek sı­nın de­vam­lı­lı­ğı içe­ri­sin­de di­ri olan! Yâ Hayy!” Bu ism-i şe­rî­fi çok zik­re­den ki­şi­nin Al­lâh-u Te­â­lâ öm­rü­nü uza­tır, dün­ya­da ka­lış sü­re­si­ni ar­tı­rır ve öm­rü­ne be­re­ket ve­rir. Bu ism-i şe­rîf Hı­zır (Aley­his­se­lâm)ın vir­di­dir, bun­dan do­la­yı Al­lâh-u Te­â­lâ onun öm­rü­nü uzat­mış­tır ve onu ha­yat ır­ma­ğı­na vâ­kıf kıl­mış­tır. O da on­dan için­ce Al­lâh-u Te­â­lâ ken­di­si­ne ömr-ü ta­vîl (uzun ha­yat) ih­san et­miş­tir. 

(Şi­hâ­büd­dîn es-Süh­re­ver­dî, Şer­hu­’l-es­mâ­i’l-er­ba­ʽîn, Yaz­ma Nüs­ha, Aya­sof­ya, no:377, ve­rak:112; Aya­sof­ya, no:3358, ve­rak:142; Yaz­ma Ba­ğış­lar, no:2773, ve­rak:3; Be­ya­zıd Dev­let, no:1256, ve­rak:10-11; Ah­met Mah­mut Ün­lü, Er­ba­‘în-i İd­rî­siy­ye, sh:70)

ÇÖREK OTUNUN BÂSURA FAYDASI

Çörek otu yakıldıktan sonra elde edilen kül içilerek ve bâsura sürülerek kullanılırsa bâsurları keser.

Anzarot, bir suyla eritilip makat halkasının içine sürülür, sonra da üzerine çörek otu serpilirse, bu muâmele bâsurların giderilmesi için çok şaşırılacak faydalar temin eder. (Ahmet Mahmut Ünlü, Çörek otu mûcizesi ve şifâ duâları, sh:40)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Cübbeli Ahmet Hoca Arşivi