Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Medeniyetler arası çatışma

Medeniyetler arası çatışma

Huntington böyle bir riski görmüş ve bunu önlemek konusunda kendi düşüncelerini açıklamıştı aynı adı taşıyan kitabında. Müslüman dünyanın fazla direnmemesi ve batı uygarlığına teslim olması gerekiyordu. Buna gücü yetmezdi. Çünkü “tarihin sonu”na gelinmişti. Demokrasi tek çözüm yolu, geri dönüşü olmayan bir mecburi istikametti. Buna karşı çıkmak, dinler ve medeniyetler arası bir çatışma demekti. Erdoğan’ın İspanya’nın açıklamasından günler önce “batıda ‘Medeniyetler arası çatışma’ için fırsat kollayanların olduğu” açıklaması dikkat çekici idi..

Şimdi bu konuyu yazmamın sebebi, İspanya’nın Medeniyetler arası diyalog projesinden vazgeçmesi ile ilgili.. İspanya zaten seçimden hemen sonra bu projeyi askıya almıştı. Bu işin sonu belliydi. Fransa’daki olaylar bu işin bahanesi oldu. Bu açıklamanın tam da, Filistin’deki, Ukrayna’daki gelişmelerin ardından alınması dikkat çekici. İsrail hakkında UCM’ye yapılan başvurunun kabul edilmesi ve bir çok ülkenin Filistin devletini tanıması.

Aslında “Paralel yapı” ve “paralel din”, batının, medeniyetler arası çatışmayı önlemek için bulduğu bir çözümdü. İslam alamet-i farikalarından arındırılacak, batı toplumunun hayat tarzı ile uyumlu bir gelenek ve ritüeller topluluğu haline getirilecekti. Kendi içinde atomize edilecek, ardından farklı gruplar birbirine karşı provoke edilerek nötralize edilecek, daha sonra da neye inanacağını bilmeyen kafası karışık kitleler, agnostik hale getirilecekti.. Din bireysel planda vicdanlara, toplumsal planda mabedlere hapsedilecek, ibadet gösterişli ayinlerle süslü şekli ritüellere indirgenecekti.. Müslümanlar ekonomik, siyasal, sosyal, kültürel hayatlarını modern, seküler kavram ve kurumlarla ifade edeceklerdi. Öte yandan; İsrail’in varlık ve güvenliği garanti altına alınırken, batının askeri ve stratejik öncelikleri ile tam bir mutabakat sağlanacaktı. Seküler bir mutluluk, kariyerist rekabetçi, bireyselleştirilmiş hedonist bir toplum. Bu projeye karşı çıkanlar radikal olarak etiketlenecek ve İslamifobia ile radikal İslam’a karşı uluslararası bir hassasiyet oluşturulacaktı. Ve bunlar oldu. Bu adamlar şunu gördüler, bizim paramız ve gücümüz arttıkça, buna paralel dindarlığımız artmıyor, aksine sekülerleşiyorduk..

Paris olaylarından hemen sonra birileri ortalığa çıkıp, “Bunlar bizim medeniyetimize karşı savaş açmış bulunuyorlar” diyor ve batının bu saldırıya karşı topyekûn bir cevap vermesi gerektiğini söylüyorlardı.

Peki şimdi ne yapmak gerek? Batının tek temsilcisi İspanya değil ki.. Mesela niye İsveç ya da bir başka ülke ile yola devam et etmeyelim.. Ya da Finlandiya ile.. Rusya’yı, Çin’i, Hindistan’ı, Japonya’yı sürece dahil etmeyelim. Afrika’dan Etiyopya ya da Güney Afrika da olabilir, Amerika kıtasından ABD, Meksika, Brezilya ya da bir başka Latin Amerika ülkesi. Bu işin sivil ve siyasal ayağı yanında, daha güçlü bilimsel, sanatsal ve felsefi bir ayağının da olması gerek.

Şimdi sormak gerek, niye Medeniyetler arası diyalog ve işbirliği projesinden çekiliyorsunuz da, “Dinler arası diyalog”dan çekilmiyorsunuz! Sakın bu işin arkasında Türkiye’deki “Dinler arası diyalog” projesinin Türkiye ayağındaki “Paralel yapı”ya yönelik operasyonlar olmasın..

Geçenlerde bir okurum “Türkiye gerçeklerine Fransız” sandığım bir gazetecinin Türkiye ile ilgili “beyaz Türkler”in korkusunu özetleyen bir makalesini gönderdi. Yabancı biri de olabilir. Kaynak bildirilmemiş. Batılılar Türkiye ve İslam konusunda ciddi bir açmazla karşı karşıya.. “Paralel yapı” deşifre oldu, “paralel din” artık hayal. Büyük Ortadoğu projesi de hayal. Türkiye’yi örnek alarak İslam dünyasını dönüştürme hayalleri de boşa çıktı. Peki şimdi ne olacak! Sözkonusu makalede öne çıkan görüşler şöyle: “Türkiye, son ve büyük bir hesaplaşmaya doğru gidiyor. Bu ülke korkulduğu gibi, ırka ya da dine dayalı bir bölünme yaşamadı. Daha korkunç ve daha temel bir bölünmeye gidiyor. Cumhuriyet boyunca süren “kültürel bölünme”. Bu artık iyice keskinleşti. Şimdi bir yanda, ayakkabılarını sokak kapısı önünde çıkaran, kadınları başı örtülü, erkekleri sokağa pijamayla da çıkabilen, erkek çocukları kahveye giden, kız çocukları tam bir baskı altında yaşayan, türkü ile arabesk arası bir müzikten zevk alan, futbol izleyen, belki de hiç kitap okumamış, hiç dans etmemiş, hiç karı koca birlikte yemeğe gitmemiş, hiç tiyatro seyretmemiş, iyi eğitim alamamış, dini inançları kuvvetli, kalabalık, bir kitle var. Diğer yanda ise kız lisesi-kolej yelpazesinde eğitim görmüş, en azından bir düğün salonunda ya da kolej partisinde dans etmiş, sinemaya giden, çok fazla olmasa da kitap okuyan, müzik zevki pop şarkılarla, klasik müzik arasında dolaşan, evi nispeten daha zevkli döşenmiş, kızlarının flörtüne göz yuman, kadınları modern görünümlü, şarabın kalitesinden pek anlamasa da, kadın erkek bir arada içki içebilen, gazetelere bakan, magazin haberlerini izleyen, kendini birinci gruba kıyasla çok gelişmiş algılayan, entelektüel düzeyi çok yüksek olmasa da, batı standartlarına yakın bir grup var. Bu iki grubun yaşam tarzı birbirinden kopuk. Onların, Batı’daki sınıflar arasında ortak zevk alanları yaratan, müzik, resim, heykel tiyatro ve sanat gibi, birleştirici kültürel zeminler yok. Yaşamları, zevkleri, inanışları birbirinden çok farklı. Hatta birbirine düşmanca. Birinci grup Cumhuriyet boyunca horlanmış, aşağılanmış, itilip kakılmış. Şimdi bu grup siyasal olarak örgütlendi. Kalabalıklar. Ve her seçimi kazanacak siyasi bir güçleri var artık. İkinci grup ise azınlıkta. Ve artık bir daha seçim kazanma imkânları yok. Bu noktada da tarihi bir paradoks ortaya çıkıyor. Daha Batılı olan “ikinci grup”, Batı’nın siyasi değerlerini kabul ederse, bir daha asla iktidarı ele geçiremeyeceğini bildiği için, gitgide Batı’ya ve Batı’nın demokratik değerlerine düşman oluyor. Yaşam tarzı olarak Batı’ya düşman olan birinci kesim ise, iktidarı ancak Batı’nın kriterlerini kabul ederek ele geçirebileceğini bildiği için, Batı’yla ilişkileri geliştirmek ve demokrasiyi kabullenmek istiyor.” Bu yazı böyle devam ediyor.. Birileri medeniyetler arası çatışmayı sanki iç bir hesaplaşmaya dönüştürerek bizi cezalandırmak ve kendileri için “kötü bir model” olmamızı engellemek istiyor olabilir, ne dersiniz. Kim bilir belki de birileri bir adım daha öteye götürerek “Tanrıyı kıyamete zorlamak” için kollarını sıvayabilir. Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum
Abdurrahman Dilipak Arşivi