Faruk Köse

Faruk Köse

Açlık Sınırı, Asgari Ücret ve Seçim

Açlık Sınırı, Asgari Ücret ve Seçim

Siyasi sistemlerin/rejimlerin ve o “sistem/rejim”i esas alarak iktidara gelenlerin “insan kitlelerini kontrol altında tutmak” için buldukları en etkin yol, “onları kendi dertleriyle baş başa ve boğuşur halde bırakmak”tır. Kendi dertlerini çözmenin telaşını yaşayan ve günlük hayatı bununla “meşgul olarak” geçen insanın, “sisteme/rejime ve iktidara karşı tavır geliştirecek bir faaliyet”e girişmesi pek mümkün olmaz. O insan, iktidarlar karşısında “uysalllık”tan başka bir tutum takınamaz.

“Meşgul etme”nin ve “kendi derdiyle boğuşturma”nın en önemli şekli, insanları “günlük geçim sıkıntısı” içinde tutmaktır. Eğer insan günlük geçim sıkıntısıyla meşgul edilir ve günlük geçimini sağlamakla uğraşırsa, o insanın “iktidarlar karşısında etkin tutum geliştirme”si mümkün olmaz. Çünkü başka bir şeyle ilgilenecek mecali yoktur.

Gerçi tarihte “yoksulluk gerekçesi”yle “büyük ayaklanmalar” olmuştur; ancak günümüz iktidarları bunun da formülünü bulmuşlardır. “Patlama noktası”na yaklaşıldığını gördüklerinde “gaz alıcı birkaç iyileştir”me yapıp, kontrolü sağlıyorlar ve “yoksulluk üzerinden kitleleri zapturapt altına alma”ya devam ediyorlar.

İşte dünyada genel olarak “Kapitalist ekonomi mantığı” bu şekilde işliyor.

Yaklaşık 100 yıldır özünden/esasından kopuk biçimde “Batı Kapitalizmi’nin çarkları”na raptedilen ülkemizde uygulanan “iktisadi/mali sistem”in arz ettiği görüntü de buna benzer. İnsanlar “günlük geçim”lerini sürdürmenin telaşıyla, “rejimi/sistemi sorgulama”ya ve sorgulasa bile değiştirip kendi “inanç, kimlik ve kişilik değerleri”ne uygun hale getirmeye yönelik çalışmalardan uzaklar. Çünkü “yoksulluk” gibi, “günlük geçim derdi” gibi esaslı ve zorlu bir “meşgale”leri vardır ve bu meşgale “sorgulama”larına, “düşünme”lerine, “fikir üretme”lerine, “harekete geçme”lerine, kendi inanç kimlik ve kişilik değerlerine aykırı olan rejime/sisteme “karşı devrim yapma”larına vs. mani oluyor.

Bu noktada, “2023 vizyonu”ndan, “halka hizmet”ten söz eden Hükümet’e de “esaslı bir görev” düşüyor. İnsanları “fikir üretebilen, düşünebilen, sorgulayabilen, ülkenin gelişmesi için kafa yorabilen” bir rahatlığa, özellikle de “iktisadi/mali rahatlık”a kavuşturmak... Bu yapılmadan, 2023 vizyonu kadük kalacak ve “mevcut rejimi/sistemi daha da muhkemleştirmek”ten öteye bir işlev görmeyecektir.

İşte, ülkemizdeki “asgari geçim indirimi”, “açlık sınırı”, “yoksulluk sınırı” ve “asgari ücret” konularını bu kapsamda ele almak gerektiğini düşünüyorum.

Türkiye Kamu-Sen’in yaptığı, 2015 Şubat’ına ait “asgari geçim endeksi” araştırmasına göre, çalışan tek kişinin “yoksulluk sınırı” 2061 lira 33 kuruş; 4 kişilik bir ailenin “asgari geçim haddi” ise 4182 lira 93 kuruş imiş. Araştırmada, çalışan tek kişinin “açlık sınırı”nın 1592 lira 61 kuruş olduğu tesbit edilmiş.

Geçim standartları böyle iken, asgari ücret bu rakamların çok altında. Nitekim Çalışma Bakanı Faruk Çelik’in açıkladığına göre, 01.01.2015 - 30.06.2015 tarihleri arasındaki asgari ücret brüt 1.201,50 TL, net 949,07 TL iken; 01.07.2015 - 31.012.2015 tarihleri arasındaki asgari ücret ise brüt 1.273,50 TL, net 1.000,54 TL olarak belirlenmiş.

Görüldüğü gibi belirlenen asgari ücret, çalışanı “açlık sınırı”nın bile altında yaşamaya mahkûm ediyor! Böylece, “günlük geçimini sağlamak”tan başka bir şeyi düşünme şansı olmayan insan toplulukları oluştuğunu sanırım herkes görüyordur.

“Dindar nesil” yetiştireceğini iddia eden bir Hükümet, ücretleri de o neslin dininin ölçülerine göre belirlemelidir. Bu kapsamda, mesela Hz. Ömer’in (ra) çalışanlara verilecek ücretle ilgili olarak ifade ettiği şu ölçü esas alınabilir: “Bir daha muhtaç olmayacakları kadar ücret veriyorum.” Bu, ücret siyasetinin nasıl olması gerektiğine dair temel ölçüdür: Çalışan, “asli ihtiyaçlar”ını karşılamada “kimseye muhtaç olmayacağı kadar” ücret almalıdır.

Bu ölçüyü günümüze getirirsek; asgari ücret, alt sınır açlık sınırının belirli bir oranda üstü, ideal sınır ise yoksulluk sınırının birkaç puan üstü olarak belirlenmeli ve tesbit edilecek kriterlere göre “iş kolları” ve “çevre şartları” (mesela yaşadığı ilin/çevrenin gereklilikleri) sınıflandırılıp, “hangi iş kolunda ve hangi çevrede hangi taban sınırın esas alınacağı” karara bağlanmalıdır. Bu yapılırken, “çalışanın eline geçecek net ücretin belirlenen alt sınırın üzerinde kalması”na dikkat edilmelidir.

Bir husus da şu: Devlet, ülke nüfusunun geleceği açısından “3 çocuk”u teşvik ettiğine göre, asgari ücret, 5 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı ve açlık sınırı hesaba katılarak hesaplanmalıdır. Ücretlendirmede, “ailedeki çalışan sayısı”na göre asgari ücrette “işveren lehine indirim”e girilecek “skalalar” belirlenebilir. Aile bireylerinin çalışma durumuna göre bu skalalarda zaman içinde değişiklik yapılabilir ve bütün bunlar, “Çalışma Bakanlığı’nın veri tabanı”nda otomatik olarak yapılıp, aylık olarak işverenin muhasebe departmanı/görevlisi önceden bilgilendirilebilir.

Açlık ve yoksulluk sınırlarına göre asgari ücretin çok yetersiz olduğu malûm. Bu durumda, bence en önemli “seçim vaadi” asgari ücrete dair olacak gibi görünüyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Faruk Köse Arşivi