Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

“Padişah”dan önce “Kul yönetici” olabilmek

“Padişah”dan önce “Kul yönetici” olabilmek

“Cenab-ı şerifim ile kimesne taam yemek kanunum değildir, meğer Ehl-i iyalden ola, Ecdad-ı izamım vüzerasiyle yerlermiş. Ben refetmişimdir.”
Yukarıdaki cümle Fatih Sultan Mehmed’in meşhur “Kanunâme”sinin 35. maddesidir…
Özetle diyor ki: “Benden önceki padişahlar vezirleriyle (devlet adamlarıyla) yemeklerini yerlermiş, ben aile fertlerim dışında kimseyle yemek yemeyeceğim. Benden sonrakiler de böyle yapsın.”
İlk bakışta zannedilir ki, Fatih büyükleniyor…
Dönemin Çin İmparatoru, yahut Fransa Kralı gibi, vezirlerini küçümsediği için sofrasına almıyor…
Nitekim Aliye Aloğlu böyle algılamış konuyu. Soruyor: “Fatih gibi bir padişahta bu gurur nedir?”
Kim bilir Aliye Hanım, belki de “gurur” zannettiğiniz şey, aileyi yüceltme kaygısıdır…
“Nasıl yani?” diyeceksiniz.
Şöyle ki…
Biliyorsunuz padişahlar büyük ölçüde yalnız insanlardır. Hani “Zirveler yalnızdır” sözü var ya, tam da onu yaşarlar…
Hayatları son derece sıkıcı geçmektedir. Görüştükleri insanlar bellidir. Devlet işlerinden fırsat bulup aile fertleriyle görüşemezler…
Bu durumda çocuklar, nadiren padişah babalarını görür, babalarıyla pek seyrek vakit geçirirler.
Bu da babanın, yani padişahın aileden kopması anlamına geliyor.
Fatih Sultan Mehmed, bunu fark etmiş olmalı ki, “Kanunnâme”sinde yemek vaktini “özel zaman dilimi” ilan etti ve kendine (ve kendisinden sonra gelecek tüm padişahlara) ayırdı…
Bu zaman diliminde ailesiyle sofrada buluşacak, aile konularını konuşacak, güçlüklerini dinleyecek, çocuklarını eğitecektir…
Yoksa eş ve çocuklarının hakkı, yani bir anlamda aile hukuku gözetilmemiş olur.
Fatih gibi, hak-hukuk konularında kılı kırk yaran bir Padişah’ı âleme, kendi eş ve çocuklarının hukukuna riayetsizlik elbette beklenemez…
Bu durum sadece padişahlar için değil, onunla yemek yemek zorunda olan devlet yöneticileri için de geçerlidir…
Onlar da devlet işlerinden vakit bulup görüşemedikleri aileleri ile akşam yemeğinde, yahut iftar münasebetiyle birlikte olurlar.
Belki de ince düşünce sebebiyle Fatih Sultan Mehmed Han, meşhur “Kanunnâmesi”ne, mezkür (adı yukarıda anılan) 35. maddeyi eklemiştir:
“Cenab-ı şerifim ile kimesne taam yemek kanunum değildir, meğer Ehl-i iyalden ola, Ecdad-ı izamım vüzerasiyle yerlermiş. Ben refetmişimdir.”
Bunun bir sebebi daha olabilir ki, o da yemeği huzur içinde yeme arzusudur…
Bu duygu özellikle iftar vakitleri insanın içine düşer…
İnsan nasıl rahat ediyorsa, iftar sofrasına o şekilde oturmak ister. Sofrada (hele de iftar sofrasında) rahat ve huzur esastır…
Ancak ne padişah kendini devlet adamlarının bulunduğu bir sofrada rahat hisseder, ne de vezirler padişahın karşısında huzur içinde yemek yiyebilirler.
Ayrıca sofra anı, Allah’ın verdiği nimetleri, görme, işitme, koklama, dokunma, tat alma gibi, tüm duyularla algılayıp nimeti vereni tefekkür etme anıdır…
Bu da yalnızlaşmayı çağrıştırır.
Bu sebeple padişahlar zaman zaman kendilerini yalnızlaştırırlar. Tefekkür ve tezekküre (zikre) dalarlar…
Unutmayalım ki Osmanlı padişahlarının çoğunun kulluğu padişahlığından önce gelir.
Nitekim Fatih Sultan Mehmed, İstanbul fethinden birkaç ay sonra gösterişsiz bir hayatı özlemiş ve mürşidi Ak Şemseddin Hoca’nın huzuruna giderek, “Ayruk padişahluk bana bârdur! Beni dersune alub eskisin gibi irşad idesün… Bir dem senun dersunde bulunma lezzeti cihan padişahlığından ağlebdur” demiştir.
Yani, “Padişahlık artık üstüme yüktür, istemiyorum. Ben sana talebe olmayı seçtim. Sana talebe olup yeni şeyler öğrenmek dünyaya padişah olmaktan çok daha güzeldir. Eskisi gibi, beni tekrar dersine alıp irşad et.”
Herhalde bu, “padişahlık gururu” değil, “kulluk” şuurudur.
Şunu da kaydetmeliyim ki, padişahın etrafında, Batılı yazarların anlattığı gibi, cariyeler falan yoktur. Yemeklerini öyle ihtişamlı sofralarda değil, sıradan bir yer sofrasında günde iki öğün olmak üzere yerler. Üstelik sadece ayda iki kez yemek çeşitlenir.
Altın kap kacaklar, mücevherlerle süslü maşrapalar da sofrada yer almaz.
Sevabınız bol olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi