Ali Osman Gündoğan

Ali Osman Gündoğan

Ölüm ve Hayat

Ölüm ve Hayat

Bir ön­ce­ki ya­zı­mın so­nun­da, “ö­lü­mün ol­du­ğu bir dün­ya­da ya­lan, ölü­me inan­ma­yan­la­rın en güç­lü si­la­hı­dır. Al­lah, bu si­lah­tan uzak et­si­n” di­ye yaz­mış­tım.

 Ölüm hak­kın­da­ki fik­ri­mi­zin ve inan­cı­mı­zın, her tür­lü kö­tü­lü­ğün kay­na­ğı ola­bi­le­cek du­rum­da olan ya­lan­dan bi­zi uzak tut­ma­sı açı­sın­dan önem­li ol­du­ğu­nu dü­şü­nü­rüm. Çün­kü ha­ya­tı­mı­za yön ve­ren pek çok şe­yin ya­nın­da ölü­mün de önem­li bir et­ki­si ol­du­ğu­na ina­nı­rım.

İn­san ve ha­ya­tı­nın en önem­li özel­li­ği ke­sin­siz­li­ği, ge­çi­ci­li­ği, be­lir­siz­li­ği­dir. Çün­kü in­san, öl­mek zo­run­da olan ve bu zo­run­lu­lu­ğu bi­len tek var­lık­tır.     Hü­küm ke­sin­dir: “Her ne­fis ölü­mü     ta­da­cak­tır.”

İn­san, dün­ya için­de geç­miş­ten ge­lip şim­di va­sı­ta­sıy­la tek ke­sin­lik olan ölü­me doğ­ru gi­der. Bu­nun için in­san, Hei­deg­ge­r’­in ifa­de et­ti­ği gi­bi, ölüm yö­nün­de olan bir var­lık­tır. Car­ra­co­’nun gü­zel bir ben­zet­me­siy­le, bir okun hiç şaş­ma­dan he­de­fi­ne fır­la­tıl­ma­sı na­sıl ise biz de he­de­fi ıs­ka­la­ma şan­sı ol­ma­yan bir ok gi­bi ölü­me doğ­ru fır­la­tıl­mış bir var­lı­ğız. Ölü­me doğ­ru atıl­mak, bu atı­lı­şın bi­lin­cin­de ol­mak, ölü­me bağ­lan­ma­yı ge­rek­ti­rir.

Fel­se­fe yap­ma­nın öl­me­yi öğ­ren­mek ol­du­ğu­nu söy­ler Sok­ra­tes. Bu, öl­me­den ön­ce öl­me­yi em­re­den inan­cı­mı­zın baş­ka bir ifa­de­si gi­bi­dir. Her iki dü­şün­ce de, her an ölüm­le bir­lik­te ya­şa­ma­yı, ölü­mü hep ha­tır­da tut­ma­yı, bu dün­ya­da­ki ha­ya­tı­mı­zın ölüm ile bir an­la­ma sa­hip ol­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni tel­kin eder bi­ze. Bir ba­kı­ma öl­me­yi öğ­ren­mek, öl­me­den ön­ce öl­mek na­sıl ya­şan­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni öğ­ren­mek­ten baş­ka bir şey de­ğil­dir.

Bir bil­ge, Ja­cob Bo­eh­me, “bir in­san, dün­ya­ya gel­di­ği an­dan iti­ba­ren ye­te­rin­ce yaş­lı­dı­r” der. Ölüm, her an ba­şı­mı­za ge­le­bi­le­cek en ke­sin mu­kad­de­rat­tır. Bun­dan ötü­rü bi­zi ta­kip eder, ha­ya­tı­mı­za yön ve­rir ve reh­ber­lik ya­par. Öy­ley­se her anın öl­çü­ye gel­mez bir de­ğe­ri var­dır. Çün­kü her an ka­rar ve­ri­yor, ter­cih­ler­de bu­lu­nu­yor ve önü­mü­ze çı­kan im­kân­la­rı de­ne­mek su­re­tiy­le şöy­le ve­ya böy­le bir var­lık olu­yo­ruz. Sa­hi­ci bir ölüm dü­şün­ce­si­ne bağ­la­na­rak ve bu 

ölüm dü­şün­ce­siy­le bir­lik­te ya­şa­ya­rak ka­rar­lar ver­mek, ter­cih­ler­de bu­lun­mak ile ölü­mü unut­muş bir va­zi­yet­te ha­ya­tı de­vam et­tir­mek ara­sın­da önem­li bir fark var­dır. Bu­nun için­dir ki, ölüm, in­san var olu­şun­dan ay­rıl­ma­ya­ca­ğı­na gö­re in­san var olu­şu­nu bü­tün­lü­ğü içe­ri­sin­de kav­ra­mak is­te­yen in­san, ölü­mü de, ken­di ölü­mü­nü de bu bü­tün­lük içe­ri­sin­de ele al­mak zo­run­da­dır. Çün­kü ha­yat ile ölüm ara­sın­da di­ya­lek­tik bir iliş­ki var­dır. Kar­şı­lık­lı ola­rak bir­bir­le­ri­nin de­ğe­ri­ni ar­tı­rır­lar ve hat­ta kar­şı­lık­lı ola­rak bir­bir­le­ri­ne te­mel oluş­tu­rur­lar. Ha­ya­ta ölüm, ölü­me de ha­yat de­ğer ka­tar.

Böy­le­si­ne ke­sin bir son, gün gi­bi or­ta­da iken, ölü­mü unu­tan bir in­san, ken­di var­lı­ğı­nın ma­na­sın­dan, ga­ye­sin­den, se­be­bin­den ko­lay­ca uzak­la­şır ve sa­de­ce gün­lük olan tec­rü­be­le­ri­ni zen­gin­leş­tir­me­nin yo­lu­na arar, dün­ya ile olan iliş­ki­si­ni de hiç so­na er­me­ye­cek bir iliş­ki gi­bi gö­rüp dün­ya­da ebe­di ola­rak ka­lı­şın ge­rek­le­ri ola­rak gör­dü­ğü dün­ya ni­met­le­ri­ni her ne pa­ha­sı­na olur­sa ol­sun el­de et­me­ye, ço­ğalt­ma­ya gay­ret eder. Oy­sa ölüm, bi­zim ma­ne­vi dün­ya ile iliş­ki­mi­zi ku­ran tek hal­dir. Olüm yok­sa, ma­ne­vi dün­ya­nın da ge­re­ği yok­tur.

Ölüm, ilk ba­kış­ta deh­şet ve­ri­ci­dir. Ama onun ma­na­sı kav­ra­nır ve ha­yat ile olan ba­ğı düz­gün ku­ru­lur­sa, deh­şet ve­ri­ci olan bü­tün gö­rü­nüm­le­ri­ni terk eder ve bi­zi, mad­di ola­nın esa­re­tin­den kur­ta­ran ma­ne­vi bir ha­le bü­rü­nür. Ölüm­den kor­kan­lar, bu dün­ya­ya o de­re­ce bağ­lan­mış­lar­dır ki, ölüm on­la­rın bağ­lan­dık­la­rı bu dün­ya ve bu dün­ya­nın zevk­le­rin­den mah­rum bı­ra­ka­ca­ğı için kor­kar­lar. Oy­sa dün­ya de­ni­len zi­ya­fet sof­ra­sı, sa­de­ce bi­zim için de­ğil­dir. Bu sof­ra­ya sı­ra­sı ge­len otu­rur ve kar­nı do­yan bu sof­ra­dan kal­kar. Epik­te­tos, “ö­lür­ken tıp­kı ol­gun bir mey­ve gi­bi ol ve se­ni ye­tiş­ti­ren ağa­ca şük­re­t” der. Bü­yük bir hu­zur ile ve mut­lu bir bi­çim­de öl­mek, onu ha­ya­tı­mı­zın reh­be­ri yap­mak­la müm­kün olur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ali Osman Gündoğan Arşivi