Hüseyin Hatemi

Hüseyin Hatemi

Sevgi yılı

Sevgi yılı

Hiç değilse Unesco kadar dinlense idi, 2008 yılını Sevgi ve ümid yılı olarak ilân ederdim. Hattâ “İman, Sevgi, ümid” yılı diyebilirdim. Mevlânâ yılı geçti, ardımıza bakıyoruz ki, az gidip uz giderek, dere-tepe düz giderek bir arpa boyu yol bile alamamışız. 2007 yılı Ocak ayında Hrant'ımız'ın ölümü ile sarsıldık, fakat yine “kendimize döndük, “kendimize gelemedik”. Kendine dönenlerin bir kısmı da bir gözlerini yumarak ve diğer gözlerini de öfkeyle açarak, “artık kendimize dönmeyelim de kendimize gelelim!” diyenlere bakmaya başladılar. Ocak aylarının son on gününde canavarlık eğilimlerini kışkırtan bir özellik olduğunu zannetmiyorum. Ne var ki bir çok kişinin defterinin dürülmesi için “eşref saat” arayanlar, nedense bu günleri seçiyorlar. Emîr-ul-mü'minîn'e su-i kasd de yanılmıyorsam bu günlerde olmuştu.(661) Geçen yıl da Hrant Dink “güvercin tedirginliği” içinde olduğunu zarif bir feryâd ile duyurmaya çalıştığı halde, vatandaşın can güvenliğini sağlamak için işleri başlarından aşmış yetkili bedenlerin yetkili kulakları, bu yoğun mesai içinde bu zarif feryadı nasıl duyabilirlerdi?

Türker Alkan, “Güle güle lânet yıl!” diyor. Zamanın hiçbir kesiti lânetli olamaz. Ancak, mel'unların eylemleri için, bu nitelendirme doğru olabilir. Biz, Asr'ın 2007 kesimini kötü için, Asr'ın Rabbinden bağışlanma dileyelim. Bu bir demdir gelir/geçer süremezsin demedim mi? / Ey gönül,.. dem bu demdir, dem bu demdir, dem bu dem! Nush-i Lâtînî ile: carpe diem!

Kendi içimizde de, Arz'ın Sevgi ahlâkına sahip ve adalete susamış insanlarıyla da işbirliği yapalım. Sarsılıp – titreyip tekrar gaflet uykumuza dönmeyi ve kâbuslar yanında arada-sırada olmayacak düşler görmeyi başarı saymayalım. Sevgi ahlâkının kesin buyruğunu ölçüt olarak ve ilke olarak kabul edelim. İlkeli insan ve ilke insanı olalım. çıkarımıza göre ve işimize geldiği zaman:

“- İslâmın katı kurallarına karşı biz de bazı yan çizebilme ve sollama kuralları koymuşuk, bunlara karşı çıkmak Osmanlı raconunda yoktur”, işimize geldiği zaman da “İslâm'ın katı emir ve yasaklarını şer'î hîleyle dolanabilirsin, ancak, son derece genişlettiğimiz ruhsatlarını daraltmaya kalkışırsan, bu yamukluk sana pahalıya mal olur!” demek, kısa vadede kazanç sağlayabilir, ne var ki bu kazanç çok ziyan getirir ve İlâhî Divan'da cerîmesi ağırdır. Dünya bir imtihan âlemidir, ne var ki bu imtihan “hayırlarda yarışma” imtihanıdır, biribirine çelme takma, kuyusunu kazma, tekerine çomak sokma, mandepsiye bastıma, “zaleme”ye jurnalleyerek bertaraf etme imtihanı değildir. Bu ikinci imtihanı İblis açar, ne var ki bu imtihanın hiçbir mükâfatı yoktur, mükâfât diye, bütün başvuranların ve başarılı olanların eline mikroplu veya “müvellid-i seretan” (kanserojen) maddeli yaldızlı teneke parçaları tutuşturulur. Hastalananların tedavisini de yine Vedûd, Rahman ve Rahîm olan Allah; Cehennem Tam Teşekküllü Hastahanesinde “meccanî” olarak sağlar.

Ey Azîzan, aklımızı ve gönlümüzü birlikte seferber etmedikçe Sevgi imtihanında başarıya ulaşılamaz. Cümleyi olumlu kuralım da teşvik edici olsun: -Yüce Sevgili “müjdeleyin!” buyurmuştur: Aklını ve gönlünü birlikte seferber eden, bu sınavda başarılı olur.

Ey Azîzan, aklını terk eden; Şeytan'ı rehber, mürşid, şeyh, pîr... sayar. Bizde taşların bağlanıp bazı şeytanların salınması geleneği olduğu için de bazı gerçek pîrlerin adını Gerçek erleri kullanırlarsa, lâiklik ilkesine aykırılıktan valideleri giryân edilebilir, ne var ki yalancıların ve yol kesicilerin kullanılması “özgürlükler” kapsamına girer! Bu yalancı ve yol kesici mahlûkata uyanlar, Arasat Meydanı'nda “ne olurdu, Resul ile birlikte yol tutup o'nu izleseydim, yazık bana, ne olurdu filânı dost edinmeseydim!” nedametiyle sızlanırlar. özellikle Mevlânâ adını kendi menhus emellerine perde kılanlara karşı basîretli olmak gerekir.

Yıldırım Türker, benim de çevremde tesbit edip sık sık söylediğim bir hastalığımızı çok düşündürücü bir yazıyla tesbit etti: Schadenfreude. (Radikal iki, 30 Aralık 2007). Bu almanca deyim, başkasının eleminden, derde uğramasından sevinç duyma “maraz”ını ifade eder. “Başkalarının acısı, kendi acılı dünyamıza sunabildiğimiz yegâne teselliye dönüşmüş durumda. Buradan barış, mutluluk uygarlık, insanlık çıkmaz. Schadenfreude, şeytanî sırıtışıyla kapıda bekliyor.” –Nûr ol Mîrim! Teşhis mükemmel! Tedavi? –Ben bu derde kande derman bulayım? Meğer Dost elinden ola çâresi!- Hû eyvallah! Eyvallah Hû! Gelin Dost'a varalım ey Azîzân! Yüzünde şeytanî sırıtış değil Rahmanî tebessüm olandır Dost!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüseyin Hatemi Arşivi