Lütfü Şehsuvaroğlu

Lütfü Şehsuvaroğlu

“Alayınız…”

“Alayınız…”

ALAYINIZ ÂLÂYINI GÖRSÜN DE ŞEREFYÂB OLSUN EFENDİM…

Devlet Bahçeli’nin “alayına” diye başlayan cümleleri meşhurdur.

Mesela: “7 Haziran’da alayınız öğretmen olacaksınız…” 

Alayınızı selamlıyorum…”

Alayınızı kadrolu yapacağım…”

Alay, argo gibi karşılanıyor bugün toplumumuzda. Sanki sadece Adana ağzı imiş gibi değerlendiriliyor. Alayına, alayını, alayı gelsin gibi tabirler daha çok kabadayı söyleminin bir parçası olarak telakki edilir olmuş maalesef…

Hâlbuki alay kelimesi fethedilmiş topraklardandır.

Öyle diyor Nihat Sami Banarlı, Türkçe’nin Sırları adlı eserinde…

“İlim âleminin bize bildirdiğine göre alay kelimesi de milletimiz tarafından fethedilmiş ve vatanımız gibi bizim olmuş Türkçe sözler arasındadır.”

Banarlı Fuad Köprülü hocaya başvurarak onun da Ernest Stein’ini de doğrulayarak alay kelimesinin dilimize Bizans ordu teşkilatındaki allagiyon kelimesinden geçtiğini belirttiğini bildirir.*

“Gerçekten bugünkü bilgimize göre alay kelimesi Grekçe’de, Latince’de ve Bizans dilinde vardır. Latince’de ala’ae, alae, alarii telaffuzlarındaki bu kelime, o dilde önce kanat manasındaydı. Latin ordusundaki süvari kanatlarına bu isim verilirdi. Daha sonra Roma ordusunda hizmet gören yabancı birliklere aynı isim verilmişti. İmparatorluk döneminde alae ya da alarii yabancı süvariler demekti. Bizans’ta allagiyon seferde imparatorun maiyetindeki askere verilen isimdi, 13.asırda ise ordunun bütün bir bölümüne bu ismin verildiği görülüyor.”

Türkçeleşmiş Türkçe’dir” diyordu Gökalp.

Yeryüzünde saf hiçbir dil yoktur zaten.

Gönül ister ki bütün kelimelerimiz bizden olsun, bizden türemiş olsun. Ama yeryüzünde böyle bir dil yok elbette.

Olması da gerekmez.

Alay kelimesinin bizden olmaması onun Türkçe oluşuna bir halel getirmiyor tabii ki… Dilde ırkçılık kadar yobazca bir davranış olamaz. Ve böyle bir davranışın o dile hiçbir faydası bulunmaz.

Diyor ki Banarlı hoca: “işte alay kelimesi de kökü hangi dilde olursa olsun bugün kökünün Türkçeliğinden şüphe edilmeyecek kadar Türkçe’nin dehasına bürünmüştür.”

Alay Osmanlı ordusunda 4 tabur piyade ya da 5 bölük süvariden meydana gelmiş askeri birlik demekti. Bu birliğin kumandanına miralay denmesi de bundandı. 

Piyade alayı, süvari alayı, topçu alayı, jandarma alayı… Orduda artık kökleşen askeri birimleri işaret ederler…

Bir de görevler, memuriyetler vardır: Alay imamı, alay katibi alay çavuşu..

Alay sancağı… O da önemli… Alayın alamet-i farikası, sembolü…

Alay Türkçe’de sadece askeri bir terim olarak kalmamıştır.

Dilde bir âlem yaratmıştır diyor Banarlı…

Alay kalabalık demek… halk topluluğu, çokluk… bir alay insan… bir alay cahil…

Cahillerle uğraşan İlber Hoca herhalde Banarlı’yı okumuş olmalı…

Alay alay, akın akın, güruh güruh, yığın yığın…

Sivil alaylardan en şenliklisi elbette şunlar: Bayram alayı, amin alayı, fener alayı, gelin alayı, sünnet alayı, 

Bir de Surre Alayı var. Kutsal topraklara giden heyet, İstanbul’un hediyelerini götürürdü… 

Zafer alayı var; zafer günü olan bayramlarda geceleri gündüzden kutlardı.

Gündüzleri zafer alayları, geceleri de fener alayları ile zaferler kutlanırdı.

Osmanlı padişahları zafer alaylarını Alay Köşkü’nden seyrederdi.

“Şemseddin Sami Bey alay-ı vala yüce alay gibi farisi kaidelerle yapılan terkipleri yanlış zannediyordu” diyor Banarlı.

Yani ki Büyük Türkçe Lügat yazarı bile alay kelimesini doğuştan Türkçe biliyordu. O kadar Türkçeleşmiş bir kelimedir alay… Kamus-ı Fransevî, Kabus-ı Arabî, Kamus-ı Türkî yazarı… Ayrıca ilk Türkçe romanın yazarı Şemseddin Sami… Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat romanının… İlk Türkçe ansiklopedide onun kaleminden çıkmış:

Kamus-ül Alam. 1889 yılında başlamış ve on yıl çalışmış 1898 yılında tamamlamış..

Böyle bir üstadın tatlı yanılgısına işaret etmiş Nihat Sami Banarlı.

Divan şairleri de bugünkü manasında kullanmışlar alayı…

Galip Dede mesela:

Yoksa bunu sen kolay mı sandın

Gam leşkerini sen alay mı sandın

Nedim, alay’ı uzatmalı kullanmış aruza oturtmuş. Âlây şeklinde…

O tıfl-î nâzı gördüm rûyına hurşîd eser etmiş
Haberdâr olmamışdım sonra bildim neylemiş nitmiş
Meğer zâlim kaçub tenhâca Sa’dâbâd’a dek gitmiş
Temâşâ eylemiş âlâyınî şevketlü Hünkârın

Yahya Kemal de bir murabbaında divan tarzını sürdürür ve Nedim estetiğine uygun olarak yerleştirir şiirine bu kelimeyi:

Nev bahar-i vuslatın bassun deyu ilk ayına
Buseden papuş giydirdim o nermin payına
Kasr-ı Sadabad gülzar-i hümayun sayına
Eyledim mehtabı hem davet  düğün alayına

Alaya almak, alay etmek, alay geçmek var bir de…

Dalga geçmek karşılığı…

Alay kurmak ise hayal kurmak, vehimlere düşmek demek…

Zaman siyasetçinin alay kurduğunu biliyoruz. Keşke Sayın Başbakan’ın alay kurguları gerçek olsaydı da stratejik derinlikten gün yüzüne çıkabilseydik…

Bir de alaylı sözü var ki mekteplinin karşıtı… Mektepli olmayan, ihtisasını hariçten yapan…

Oysa kahvehanelerde yazardı eskiden: “hariçten gazel okumak memnudur” diye… Bizim alayımız (bütün gazetecileri kastediyorum) hariçten gazel okuyor siyaset üstüne… Ama siyasetçilerin de memleket ahvali üstüne zaman zaman gazel okurken vezni tutturamadıkları da olmuyor değil.

Fakat mektepliden daha saygındır alaylı… Zira çekirdekten yetişmiştir. Çekirdekten yetişenler kimi zaman mekteplilerin dilinde alay mevzuu da olur.  

Devlet Bahçeli’nin alayınız ile ilgili söylemlerini bir de bu şekilde Türkçe’nin sırlarından bakarak değerlendirelim istedim.

Yoksa alayınızla bir derdim yok…

Bir başka yazıda da alayınızı bırakıp, şeref ve şerefsizlik üstüne sohbet edelim isterim.

*Nihat Sami Banarlı, Türkçenin Sırları, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 1975, s 228

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Lütfü Şehsuvaroğlu Arşivi