Lütfü Şehsuvaroğlu

Lütfü Şehsuvaroğlu

Maneviyat Sermayesi

Maneviyat Sermayesi

Asrımızın ilk bakışta masum görünen en acımasız kavramı bu…

Maneviyat sermayesi…

İlk karşılaştığımda bu kavramla –ki bu adla ABD’de yayınlanmış birkaç eser var, reklam olmasın diye adlarını sıralamıyorum; sonra okursunuz da siz de maneviyat sermayesini iyi değerlendirenler arasına katılabilirsiniz; ne olur ne olmaz, bu günaha giremem- masumiyet karinesi işlettim herkes gibi…

Öyle ya, kiliseye bağlı gönüllü teşekküllerin vergiden muaf tutulması ve böylece verimliliğin artırılması öngörülüyordu.

Bizde de olabilirdi.

O zamanlar ANAP iktidardaydı.

Yani Özal dönemi…

Şimdiki gibi azgın ve kalvinist bir İslamcılık modeli henüz hayatiyet kazanmamıştı.

Henüz merkez partiler devri kapanmamıştı ve bu arada inananların, Anadolu kaplanlarının ve kirlenmemiş küçük sermayelerin, küçük teşebbüslerin yahut girişimci olmak isteyen hasbilerin kapitalizmin çirkin tuzaklarına düşmedikleri demlerdi…

Zaten siyaset ve devletin o acayip aklının işletilmesi demek: etraftaki taleplerin merkezde emilimi değil miydi?
Merkez kenar ilişkisiydi siyaset.

Her anlamda Kenardaki, etraftaki, çevredeki, varoşlardaki, banliyölerdeki velhasıl şehrin henüz ortasına çökmemiş talepkârların kalitatif ve kantitatif baskısı merkezi onların iktidarına hazırlamasını icap ettirir.

Merkez öyle oyunlar ve tayin edilmiş teslimiyetler ile öyle bir kıvırtır ki; sanırsınız dilber tecavüzcüsüne âşıktır.
Sonunda bir çeşit nikah kıyılır ve merkez kendisini o büyük talepkâra teslim eder.

Kenardakiler, etraftakiler, banliyödekiler, çevredekiler homoseksüeller olabilir(bazı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi), Kürtler gibi etnik gruplar olabilir, İslamcılar olabilir, milliyetçiler olabilir, solcular olabilir…

Kim olduğu hiç mühim değildir.

Merkez onun taleplerini iyi okur ve çözümler.

Sonunda birkaç kişiyle ya da bir partiyle merkezde temsil edilme fırsatı bulurlar.

Ulvi iddialar yavaş yavaş merkez tarafından dejenere edilir.

Bir bakarsınız, o büyük iddiaların sahibi talepkârlar merkezin içinde öyle bir hale gelmişler ki, kırk yıldır

iktidardaymışlar gibi yüksek devlet sorumluluğunu merkez ile birlikte paylaşırlar.

Artık kullanılmış ve iğdiş edilmişlerdir.

Şu geçtiğimiz sürece bir bakın.

Sadece iğdiş edilenler o büyük iddialar, talepler, o özgün teşkilat yapılarımız, o adanmışlıklarımız değil.

Sırtına, ismine basıp büyüdüklerimiz, yükseldiklerimiz de iğdiş edilmişlerdir.

Bakın mesela Mehmet Akif aleyhine siz hiçbir solcudan, Kemalistten kötü söz işitmiş miydiniz daha önceleri?..

Üstelik en çok sevdikleri Osmanlı kılığındaki sebil sebil götüren abilerinin ağzıyla pezevenk ilan edilmiştir koca Akif…

Nazım Hikmet “Akif inanmış adamdı” derdi.

Akif hiçbir dönemde bu kadar kötülenmemiş, bu kadar hakarete uğramamıştır.

Mesela Necip Fazıl…

Oğluna birkaç iyi niyet gösterisi, Star’ın Büyükdoğu’yu tıpkı basım yapması, bazı salon gösterileri, şatafatlar kutlamalar filan…

Arkasından bizzat İslamcı gazete ve televizyonlarda Üstadın ne kadar devletten geçindiği, ulufe kaptığı, parayı çok sevdiği, hatta güya Müslüman gençleri bile sömürdüğü, fikirlerinin içinin boş olduğu, aslında doğru dürüst kitap bile okumadığı yazılıp çizildi, anlatıldı…

Sonra 7 Güzel Adam…

Hepsini severdik. O masumiyetleri içinde…

Sonra filmleri yapıldı…

Sonra her birinin başta da Cahit Zarifoğlu’nun içi boşaltıldı…

Çok acımasız bir şekilde bütün değerlerimiz çöpe atıldı.

İslâm bir büyük medeniyet dirilişçiliği idi.

İçi boşaltıldı.

Artık yakın bir zamanda hiçbir İslamcı iddiayı bırakın samimi bir Müslüman seferberliğin aksülamel bulması toplumda yani Müslüman olan bir toplumda bile iddialarının ve çözüm önerilerinin makes bulması mümkün değildir.

Yüz yıl önce emperyal vizyondan geçici bir süre vazgeçmek zorunda kalan Osmanlı medeniyetinin siyasal yapısı evrildi bir Cumhuriyete… 

Eldekini kurtarmak için…

Ve başardılar da…

Ve İslamiyet ve İslam medeniyeti fazla hakarete de maruz bırakılmadan ileri bir tarih için geri çekildi. Pozitivizm, çağdaşlık, modernlik, batılılaşma macerasının derununda hep küllenmiş bir medeniyetin ilerdeki çocuklarına yeni fırsatlar için bu zaman ve zemini iyi değerlendirmek ve çok büyük hata yapmamak cehdi vardı. Cehdi demeyelim, neticede bir çaresizliğin yansımasıdır; psikolojisi veya davranış kodu diyelim.

Ama İslam güneşi yarınlarda yeniden kendi çağını huzur çağını bulacaktı.

Bir İslam dirilişçiliği ipek böceğinin kozasını örmesi gibi içerde bir aşkı büyütüyordu.

Fakat şimdi?

Şimdi böyle bir yarın ümidi kaldı mı?

Heyhat…

Kendi ellerimizle koparıp hoyratça koklattık gülümüzü…

Ahmakça çürüttük…

Şimdi hatırlayalım o zaman ilahî öğüdü:

İçimizdeki bazı ahmaklar yüzünden bizi helak edecek misin Rabbim?”

Cevap açık:

Evet!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Lütfü Şehsuvaroğlu Arşivi