Serdar Arseven

Serdar Arseven

Sen de AKŞAMcılar gibi “çarpıtma” Sayın Hocam!..

Sen de AKŞAMcılar gibi “çarpıtma” Sayın Hocam!..

Bugün gazetesi yazarı Prof. Dr. A. Atıf Bir:
“…Akşam’ın konuyu çarpıttığı gibi Arseven, ‘Benim hırsızım iyidir’ demiyor. ‘Hırsızsa dersini sadece ben veririm’ diyor. Önyargılı olmayalım lütfen!”

Sayın Bir, Akşamcıların yazımı çarpıttığını teslim etmiş, güzel.
Aslına bakarsanız, “Hırsıza dersini sadece ben veririm” ifadesinin de benimle alâkası yok.
Sayın Hocam da çarpıtmış yani!..
Neyse; kendisinin takdir edilebilecek bir tarafı da var, teslim edelim…
Ondan önce yazanların, “Deniz Feneri meselesine” ilişkin iki makalemi okuma ihtiyacı hissetmedikleri, AKŞAMcıların “çarpıtma manşetini” bana saldırmak için “yeterli gördükleri” abuk sabuk ifadelerinden anlaşılıyordu…
Bir’in (katılmadığım) değerlendirmeleri ise her iki yazımı okuduğu ve ondan sonra kaleme sarıldığı izlenimini veriyor… Bu da hiç yoktan iyidir!

Sayın Hocam’ın hakkını teslim ettikten sonra… Gelelim, “katılmadığım” tavır ve değerlendirmelerine!..
Öncelikle “tavır”dan bahsedeyim…
Sergilediği “tavır”, taşıdığı “ağırlığa” hiç de uygun değil!..
Sayın Bir; “Sonunda Başbakan rüyama da girdi” başlıklı yazısında, beni siper alarak Sayın Erdoğan’a hücum ediyor…
İşte…
“Dün gece inanılmaz bir rüya görmüş!..
Başbakan, ‘o alaycı üslubuyla’ benim yazıma tepki gösteriyormuş!..”
Böyle bir rüya gördü mü, yoksa “kesiyor” mu…
Bilemem!..
Lâkin; onun yapısındaki birinin rüyasına, Erdoğan’dan çok daha önce Atatürk’ün girmiş olması beklenirdi!..
Bir önceki gazetesinde yazan adamlardan biri; tam da 10 Kasım’ın gecesinde Atatürk’ü rüyasında gördüğünü ve Büyük Önder’in kendisine “laikliğin tehlikede olmasından” şikâyet ettiğini filan yazmıştı!..
Atatürkçü dediğin böyle olur işte!..
Sayın Hocam’ın rüyasına Atatürk değil de Sayın Erdoğan girmişse eğer, ortada sıkıntılı bir durum var demektir!..
Umarım; böyle bir şey olmamıştır…
Sayın Ali Atıf Bir, “Atatürklü rüyalarını” da yazarsa pek mesut oluruz!..

“Tavır”dan devam edelim… “Beni siper alarak Başbakan’a hücum etmesi yakışık almadı”ya getirmiştik yukarıda bir yerlerde…
Başbakan’ın “alaycı üslubuyla bana da hücum etmesini” istiyor Sayın Hocam… Ve… “Erdoğan’ın bunları söyleyebildiğini ancak rüyanızda görebilirsiniz!” demeye getiriyor!..
Bu basit “Aydın Doğan” savunusu, Hocama hiç mi hiç yakışmadı doğrusu!..
Çıkarsınız ortaya ve “dobra dobra” yazarsınız: “Ey Başbakan! Doğan grubunun adamlarına alaycı üslubunuzla hücum etmeyi biliyorsunuz ama o taraftan olmayanlara gelince susuyorsunuz! Doğan’la kavganızda sizi haksız buluyorum!..”
Böyle yapsa, “yakışık alır” da… Yapamıyor…
Gerçek Başbakan’ın “Aydın Doğan Silahşörleri”ne ilişkin sözlerini “Rüyasındaki Başbakan”ın ağzından bana yönlendiriyor!..
Ve beni siper alarak, Sayın Başbakan’a hakaretler yağdırmış oluyor!..
Hürriyet’ten “haksız bir şekilde uzaklaştırılmamış olsaydı”, büyük ihtimalle “direkt” olarak saldıracaktı… Lâkin; Bugün’de yazıyor olmasından dolayı, beni siper alarak Başbakan’a hücum etmeyi “stratejisine” uygun görüyor!..
Bu “strateji”nin en önemli hedefini, “Eski günlere geri dönebilmek” mi oluşturmakta acaba?..
Bugün yazarlığı, kendisi için “terfi” anlamına gelmektedir…
Bunu göremiyor mu acaba?..

Efendim; bilenler bilir…
Reklam uzmanıdır, Sayın Bir!..
Bu da bir “reklam strateji”si!.. Daha doğrusu, “üzerine çamur sıçratmadan karşıdakine çamur atma” stratejisi!

Bu “acayip stratejiyi” bir kenara bırakacak olursak…
Sayın Bir’i, (diğerlerinin aksine) yazılarımı okuduktan sonra değerlendirmede bulunmasından dolayı takdir ettiğimizi belirtmiştik ya…
Tabii, -bazen- okunanı tam olarak anlayamamak da söz konusu olabilir…
Hadi, bunu “ârîzi” bir “eksiklik” olarak değerlendirelim ve üzerinde durmayalım…
Tamam da…
“Nakil” yaparken, satırlarımızda anlamı tamamen değiştirmeye matuf “tahrifat” meydana getirmesini sineye çekmemiz o kadar kolay olmaz…
Bakın, ben demişim ki sözde: “İftira Müslüman’a atılmışsa ‘yanlış’ önyargısıyla, ‘kafir’e atılmışsa ‘doğru’ önyargısıyla incelemeye başlarım!..”
Benim böyle bir ifadem varsa yazımdadır!..
Sayın Hocamın, “tahrif” ettiği bölümün orijinaline bakalım mı?..
Aynen şöyle: “Bir ‘İTHAM’ Müslüman’a yönelmişse ‘iftira olduğu önyargısından’ hareketle çıkarım yola; kafir’e yönelmişse ‘doğru olabileceği’ önyargısından!..”

Gördüğünüz gibi; “İTHAM” kelimesini kuvvetle vurguladım!..
Zira; Sayın Hocam’ın ve ondan çok daha kötü durumda olan diğerlerinin “nasıl saptırdıklarını” göstermek bakımından son derece önemli burası…
Dikkatinize:
Ben “İTHAM” demişim!..
Sayın Bir, benim cümlemdeki bu kelimeyi “İFTİRA”ya çevirivermiş!
İTHAM, “Bir kişiyi veya grubu suçlama, suç veya kabahat isnat etme” anlamına geliyor…
İFTİRA ise; “Olmayan bir suçu yükleme!..”
İki kelime arasında ne kadar büyük bir fark var değil mi?..
Evet, çok büyük fark var… Ama, Sayın Bir; hem de Profesör Sayın Bir, bana ait olan “itham”ın yerine kendisine ait olan “İftira”yı yerleştirmekte hiç ama hiç sakınca görmemiş!.. Dolayısıyla da fevkalade ayıp etmiş!..
Evet efendim; ben, bir “suçlama” Müslüman’a yönelmişse “ilk etapta” farklı düşünürüm!..
Yok, “iftira” söz konusu ise… Bu iftirayı atan Müslüman da olsa, kafir de olsa cephe alırım!..
BAYKAL-ÖCALAN!..
Suçlamanın kimden geldiği hiç mi önemli değil yani!..
Sayın Bir, suçlama kimden gelirse gelsin aynı ciddiyetle ele alacağını ve “objektif” yaklaşacağını iddia ediyorsa –ki ediyor-
“Ben, Deniz Baykal’ın iddiasıyla Abdullah Öcalan’ın iddiasını aynı kefede değerlendiririm” gibi bir cümlenin altına imza atar mı?..
“Deniz Baykal’la, Abdullah Öcalan’ın şahitlik kabiliyetleri arasında benim için fark yoktur” diyebilirse eğer… “Tutarlı” davranmış olur!..
Bunu yapsın bakalım…
“Nasıl bir tepki verecek Deniz Baykal, rüyasında!..”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Serdar Arseven Arşivi