Selahaddin Çakırgil

Selahaddin Çakırgil

‘Kollarımız arasında, bir ‘Hasta Adam’ var..’

‘Kollarımız arasında, bir ‘Hasta Adam’ var..’

‘Kollarımız arasında bir ‘hasta adam’ var ve sağlığına kavuşacak gibi de değil.. Onun kontrolsüz ölümü halinde cenazesinin defni bile problem olacak ve dahası, terekesinin, geride bıraktığı mirasın nasıl paylaşılacağını, dünyanın her yanındaki kalıntılarını nasıl temizleyeceğimizi şimdiden düşünmez ve geride bıraktığı fosseptik kuyularını dezenfekte edemezsek, bundan hepimiz zarar göreceğiz..’
Buna benzer sözleri tarihte çok duymuşsunuzdur..
Bunların en meşhuru da, Osmanlı hakkında söylenendir..
Özellikle de, 1805-06’larda, Austerlitz’de Prusya Kralı ve Rus Çarı’nı ağır bir yenilgiye uğratan Napoleon karşısında direnemeyeceğini gören Rus Çarı’nın, Napoleon’la Tilsit’te, bir nehir salı üzerinde görüşürken, bu mânada söylediği söz meşhurdur..
Hatırlayalım ki, Osmanlı’da Padişah 3. Selim’in öldürülmesiyle neticelenecek olan ‘Kabakçı Mustafa İsyanı’ şekillenirken, Haz.1807’deki ‘Tilsit Buluşması’nda söylenen o sözlerin gerçek olabileceğine, Osmanlı tebâından kimse ihtimal veremezdi, herhalde..
Çünkü, Osmanlı, ‘devlet-i ebed-müddet’ (sonsuza kadar yaşayacak olan devlet) demekti..
*
‘Zaman’ dediğimiz kavram nedir?
Bizim üzerinde yaşadığımız Dünya, ‘Güneş Sistemi’nin küçük bir gezegeni..
Ve ‘galaxie/samanyolu’ denilen yıldız kümelerinde milyarlarca ‘Güneş Sistemi’ bulunuyor. Ve bırakalım onu; Güneş Sisteminde bile, bir gezegen diğerine, fezâ/uzay denilen sonsuzluk mekânında, az-biraz yaklaşsa, her şey alt-üst olur.. Dünya, 150 milyon km. uzaklıktaki güneş’e birkaç km. kadar yaklaşacak olsa, kavrulur.. Dünyaya 400 bin km. uzaklıktaki ay, dünyaya birkaç km. fazla yaklaşsa, denizler kabarır, bütün dünyayı sular kaplar..
Yıldızlar, gezegenler, kendi yörüngelerinde, kodlandıkları istikamete doğru, hareketlerini ezelden ebediyete doğru dakik olarak sürdürürken.. Böylesine sonsuz mükevvenattaki bir zerrecik olan dünyada ise, birçok canlılar gibi, o canlıların en akıllısı ve en üstünü kabul edilen insanlar dünyaya hükmetmek için birbirleriyle nasıl da oluk gibi kan akıtarak boğuşuyor ve birbirlerini nasıl da öldürüyorlar ve nasıl da böbürleniyorlar..
*
Zaman tünelinde uzun uzadıya bir gezintiye gerek yok.. Ama, beşer tarihinin sadece şu son 200 yılına bakmak bile, insanlık komedisinin trajedisini de hissettirebilir, bize..
Miladî takvimler, 1800’ler.. Birleşik Amerika, henüz 30 yaşlarında bir genç ve küçük devlettir.. Avrupa ise, Fransız Devrimi’nin dehşetli iç ve dış çalkantıları içindedir..
1805’de, Amiral Nelson komutasındaki İngiliz donanması, Fransa-İspanya donanmasını Trafalgar’da ağır bir yenilgiye uğratınca, dünyanın en büyük deniz gücü’ne dönüşüyor..
Ama ilginçtir, Napoleon, bu ağır deniz yenilgisinin birkaç ay sonrasında, Rusya ve Prusya (Almanya) imparatorlarını (çarlarını/krallarını) Austerlitz’te ağır bir yenilgiye uğratıp, Avrupa’nın en büyük kara gücü durumuna geliyordu.. Ve arkasından ‘Tilsit Görüşmesi’ gerçekleşiyor ve Napoleon’a, Rus Çarı, ‘niye birbirimizle boğazlaşıyoruz’ demeye getirip, ‘kollarımız arasında bir hasta adam var, tedbirini önceden almazsak, onun ölümüne hazırlıksız yakalanırsak, bu bizim de felaketimiz olur. Bunun tedbirini düşünelim.’ diyordu.
Bu ‘hasta adam’ Osmanlı idi.. Çar’ın bu teşvikıne rağmen, Napoleon, Rusya’ya saldırmak planını değiştirmiyor, ama, Moskova önlerinde uğradığı ağır yenilgi üzerine perişan döndüğü Paris’te, iktidardan uzaklaştırılıyordu. Ama, çalkantılar içindeki Fransa, onu kısa süre sonra, zindandan alıp, yine iktidara taşıyordu. Napoleon, imajını düzeltmek için, İngiltere ve Prusya ordularına karşı yeni bir saldırı başlatıyor ve amma, Waterloo’da kendi oyununa gelerek, beklenmedik ve ağır bir yenilgi alarak iktidarını tekrar yitiriyor ve İskender, Hannibal ve Sezar’a denk sayılan Napoleon, ‘bir varmış bir yokmuş’a dönüşüyordu.
‘Waterloo, bir savaş değil, dünyanın çehresinin değişimidir.’ der, Victor Hugo..
O günlerin üzerinden 200 yıl geçmiş.. Waterloo’nun isminden başka nesini, kim biliyor?
Halbuki, onun galibleri de dünyaya hükmedeceklerini sanıyorlardı..
Son yüzyılın sosyal hadiseleri ise, daha bir büyük..
1905-1908’leri, düşünelim.. Japonlar gelip, Rusya’yı Rusya’da korkunç şekilde yenmişler.. Rusya’daki açlık, perişanlık, komünizmin fideliği olmuştur..
O dönemde, İran ve Osmanlı da, derin sosyal Meşrutiyet çalkantılarından geçmektedir..
Ve, I. Dünya Savaşı denilen korkunç kapışma başlar.. 4 yıl süren o korkunç kapışmada da yalnız Osmanlı Devleti ve Hanedanı değil, Rusya’daki 300 yıllık Romanoff Hanedanı, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Habsbourg Hanedanı ve kezâ, Alman İmparatorluğu ve Hohenzollern Hanedanı da buharlaşır..
Sahnede sadece İngiliz Kraliyeti ve Japon İmparatorluğu ayakta kalır.. Ve, Amerikan İmparatorluğu ve de Stalin Sovyet Rusyası (komünizm) ve Hitler Almanyası ve Mussolini İtalyası, nazizm/faşizm yükselir.. Hitler Almanyası’nın ikinci adamı Himmler, mistik bir gücetaparlıkla, ‘nazizm’in, gelecek bin yılı yönlendireceğini’ söyler. (Yani, ‘gelecek bin yılı tasarrufu altında görenlerin sadece TC’deki kemalist/laik kafalar olduğunu’ sanmayınız.)
Ve, ‘barışı yokeden Versailles Barışı’nın kaçınılmaz sonucu olarak, 1939’da ‘2. Dünya Savaşı’ patlak veriyor. 6 yıl süren ve hele de Avrupa’yı baştan başa harabeye dönüştüren ve 60 milyon insanın ölümüne müncer olan o korkunç ‘İkinci Dünya Savaşı’na beşer tarihinin ilk ‘atom bombası’nı kullanarak son noktayı koyan ve gücünün zirvesinde olduğu zehabına kapılan Amerikan (kapitalist) İmparatorluğu, hele Sovyet (komunist) İmparatorluğu’nun 1990’da çökmesinden sonra, kendisini dünyada rakibsiz ve ‘gelecek bin yıla hükmedecek olan tek dünya lideri’ ve bir, ‘II. Roma İmparotorluğu’ olarak görüyordu..
İşte bu Amerikan İmparatorluğu, şimdi, kendisini rakibsiz dünya liderliğinin 20. yılını bile dolduramadan bir çöküşün kucağına yuvarlamıştır..
Bugün geldiği bu büyük buhranın içinden sağlam çıkabilecek midir, yoksa iç ve dış parçalanmalar mı olacaktır; bu hususta temennilerden öteye bir şey söylenemez..
Anahatlarıyla, kuşbakışı bir değerlendirmeye çalıştığımız son 200 yılın insanlık tarihinin, bu muazzam mükevvenat içindeki yeri, ‘traji-komik’ bir noktadan başka nedir ki?
Böyleyken.. Bugün, beşeriyetin kollarında yine bir ‘hasta adam’ var.. Ve bu kez, çok daha büyük bir ‘hasta adam..’ O ölecek olursa, şişkin, dev cesedi, dünyanın hangi kapısından çıkarılıp hangi mezara sığdırılabilecek ve bu kocaman gövde ölürse, onun ufûnetinden dünya kendisini nasıl kurtarabilecektir, o da bir ayrı problem.. Ama, yine de, ölmesi, yaşamasından daha hayırsız olmayacak, sahne de boş kalmayacak, yeni güçler çıkacaktır, mutlaka..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selahaddin Çakırgil Arşivi