Selahaddin Çakırgil

Selahaddin Çakırgil

Yeniçerilik 180 yıl önce kalktı; ama zihniyeti direniyor!

Yeniçerilik 180 yıl önce kalktı; ama zihniyeti direniyor!

*Pazarları, okuyucu yazışmalarından derlemelere ayrılan bir ‘Hasbihal’e daha, selâmla..
-A. Rahman Güner yazıyor: ‘Yeniçerilik mantığını zaman zaman siz de eleştiriyorsunuz. Yeniçerilik, bir zamanlar dünyanın en güçlü askerî kurumlarından değil miydi? Yani, ‘at, sahibine göre kişner..’ sözü burada geçerli olamaz mı? Sonra niye öyle bir kötü ad ile anıldı?
Ve bugün Yeniçerilik olmadığı halde, niye o kötü hatıralara atıfta bulunuluyor?
Bir diğer konu da, milletin rey ve iradesi hâkim ise, millet tarafından seçilen hükûmetlerle ordu arasında bir problem olduğu görüntüsü niye veriliyor, hep? Milletin ordusu, kendi halkı için korku kaynağı olur mu? Bu korkuyu besleyen faktör, askerin başına buyrukluğu ve elinde silah olması mı; milletin vekilliğini üstlenenlerin korkaklığı veya işbilmezliği mi?’
*SEÇ: At ile sahibi kıyaslaması Yeniçeri değerlendirilirken geçerli olmayabilir.
Doğrudur, yeniçeri Osmanlı’nın ilk asırlarında o günkü dünya ölçülerine göre en gelişmiş bir ordu idi. Ama, özellikle Sultan Süleyman’ın ölümünden sonra, iç problemler daha bir öne çıkmaya başlayınca, onlar da silahlarıyla girdiler devreye.. Ardından da 1622’de Padişah Genç Osman, bir yeniçeri ayaklanması sonunda tahttan indirilip, uyuz bir ata bindirilerek, üryan vaziyette ve en akıl almaz ahlâksızlıklar içinde, Yedikule zindanlarında öldürüldü..
O faciayı bilen hangi padişah direnebilirdi? Nitekim, direnemediler de ve ‘ulûfe’ isteyen ve şeriatten habersiz silahlı yeniçeri güçleri, ‘Şeriat elden gidiyor..’ diye Saray’a doğru yürüdü mü, saltanatın/devletin korunması adına, nice sadrazamların kellesi, şeyhulislâm fetvalarıyla koparıldı ve yeniçeriler ulûfelerini ve sadrazam kellesini alıp, kışlalarına döndüler.. Sonra, (Deli) lâkablı Sultan İbrahim öldürüldü; daha sonra, Sultan 3. Selim, 1808- Kabakçı İsyanı’nda öldürüldü.. Onun yerine geçen 4. Mustafa da 1 yıl kadar sultanlıktan sonra, Alemdâr Mustafa Paşa tarafından idâm edilip, yerine II. Mahmûd getirildi. Ve, 1826’da, Yeniçeri kışlaları topa tutularak, bu ocak söndürüldü.
‘Vak’a-y’ı Hayriye’ (Hayırlı Vak’a) diye nitelenen bu kanlı uygulamayla, evet, ‘Yeniçerilik’ şeklen kaldırıldı, ama, zihniyet hep sürdü, sürmekte.. Ki, 1875’de, Sultan Abdulazîz’in intihar gibi gösterilen ölümünde de, zamanın ‘yeniçeri’ olmayan ama, aynı zihniyetteki paşaların entrikaları vardır. 37 padişahtan 5’inin yeniçeri/asker eliyle öldürülmesi, az şey midir?
Osmanlı sonrasında da, kurulu sisteme karşı çıkan herkesin sadece siyasetten değil, hayattan da nasıl safdışı edildiği ve keza, 1950-60 arası 10 yıllık Başbakan Adnan Menderes’le Dışişleri ve Maliye Bakanlarının 1961’de asılarak öldürüldüğü ve bütün bunların hep asker adına tezgahlandığı hatırlanırsa, Osmanlı ve TC’de, yönetim işinin bir ‘ateş dansı’ şeklinde olduğu anlaşılır.. Kaldı ki, 27 Mayıs 60’tan sonra, 12 Mart 71, 12 Eylûl 80, 28 Şubat 97, 27 Nisan 2007’ler de aynı anlayışın uzantılarıydı..
Tamam, korkulmamalı ve siyasete atılan kişiler iktidar koltuğundan önce dârağacını göze almalılar, ama, milletin de, kendisini değiştirmesi ve güçlüden yana yer almak ve korku zamanlarında sinmek gibi utandırıcı tavrını terketmesi gerekir.. Bunun için de, ‘kutsal devlet’ yerine, insan hak, haysiyet ve özgürlüğünün esas alınması gerekir, yani, ‘devlet için insan’ değil, ‘insan için devlet’ anlayışı.. Ama, bu durum, bugüne kadar henüz sağlanamamıştır. Çünkü, maalesef, güçlü olandan ve de devletten yana olmak gibi bir eğilim hâkimdir, kültürümüzde.. Ve devlet anlayışında da asker asıl unsur sanılmakta ve milletin seçtiklerine sahib çıkmak geleneği, dar zamanlarda maalesef pek sergilenememekte..
-Camer, (habervaktim.com’da, 8 Ekim tarihli yazımla ilgili olarak) yazıyor: ‘Yeryüzünde bir tek kürd bırakmasınlar. Türkler, arablar ve farslar ancak o zaman rahat ve mutlu olurlar, sizler de PKK mes’elesi halledildi, dersiniz olur-biter.. Nedir, kürdlere olan bu düşmanlığınız, anlamıyorum? Bir dindar olarak bu safsatalardan ve anlayışsızlıklardan sıkılıyorum..’
*SEÇ: Siz o yazımı, tersinden okumuşsunuz galiba.. Bir daha okuyunuz derim..
-Hanife Öztürk yazıyor: ‘Müslümanların söz ve yazılarında müstehcen ve argo kelimelere yer vermemeye dikkat göstermesi gerekmez mi?’
-Naile Çalışkan yazıyor: (RTÜK)’ün düzenlediği 'Çocuk gerçeği ve medya okuryazarlığı dersinin önemi' konulu uluslararası panelde, 9 Ekim günü konuşan Diyanet Başk, Yard. Prof. Mehmet Görmez, ‘gerçeküstü güçlere sahib gösterilen kahramanların yer aldığı dizilerde kullanılan dini kavramların, tasavvurları ve kutsala yönelik saygıyı çarpıttığından’ ve ‘bazı dizilerde sihir yoluyla eşyanın canlıya, insanların da hayvanlara dönüştürülebildiğinden örnekler vererek, bu anlayışı İslâm dininin kabul etmediğini’ belirterek, bu gibi çarpık anlayışların, 'Sırlar Dünyası' gibi, abartılı mistisizm konulu programlarda da görüldüğü ve ahiretteki müeyyide’nin İslâm’ın ahiret inancına uygun olmayacak şekilde sunulduğu’ndan yakınıyordu.. Ben de müslüman bir eğitimci olarak bu yaklaşımı bir de alkışlıyorum..’
-İsmail Koca İzmir’den yazıyor: ‘9 Ekim günü, NTV’de Almanya’da 4 ilkokulda Alevîlik dersi konduğu haberi vardı.. Bunu nasıl değerlendirmeli?’
*SEÇ: Anadolu’daki alevîlik, yazık ki, kitabî bir metne değil, anonim halk rivayetlerine, sözlü anlatılara dayanmaktadır. Şimdi, ders halinde okunmaya başlanınca, ister istemez kitabî kaynaklara yöneleceklerdir; bu da onların en azından İslâm'ın temel kaynaklarıyla yüzyüze gelmelerine vesile olabilir. Keşke, bu durumun farkına Almanya’dan önce, biz varabilseydik.
-K. Doğan yazıyor: ‘İran’la ilgili yazılar, İran’ın, ‘kurtarıcı’ gibi görülemeyeceğini gösteriyor.’
*SEÇ: Bir müslüman, şu veya bu ülke veya rejimi değil, ancak, İslâm’ı ‘kurtarıcı’ bilir/bilmelidir.. İslâm'ın iç ihtilafları ve farklılıklarını tahrik edecek şekilde irdelemenin de doğru olduğunu düşünmüyorum.. 'Ehl-i kıble' ve 'Ehl-i tevhîd' olanları birbirine düşürecek o gibi yanlışları kendimizi zayıflatacak şekilde ele almak, ancak şeytanî güçleri sevindirir. Ve, herkes kendisinden sorumludur, başkalarının yanlışından dolayı suçlanamaz..
-Rahmi Dirgen yazıyor: ‘Bir 30 bin insan kaybı lafı gidiyor.. Ki, bazıları bunları, kim, nasıl ve neyin şehidi oluyorsa, öyle de niteliyor.. İnsanlar yığın yığın ölüyor, rakam hiç artmıyor! 6 Ekim yazınızda en az, 60 bindir, kayıplar dediniz.. Bu bana ilginç geldi.. Daha da ilginçi, 8 Ekim günü. E. Özkök, (Madem ölmüş beden üzerinden bilanço yapıyoruz. Geriye bakın. 13 bin aslan şehit var. Ama çeteci, arkasında 42 bin ceset bırakmış.) diyordu, yani, 55 bin kişi..’
-Ebuhuseyn, (haksoz.net’te, 8 Ekim’de) yazıyor: ‘Bolu’da yayınlanan bir mahallî gazetede, ‘öldürülen her askere karşılık 5 DTP’linin öldürülmesi’ içerikli bir yazıda suç olmadığına dair, Düzce Ağ. C. Mahkemesi’nin verdiği ‘takibsizlik’ kararını eleştiriyordunuz, 4 Ekim günü.. Ama, ‘genelde, İslâmî yayın yaptığı kabul edilen internet siteleri’nde bile, en ırkçı yazılar yazılıyor.. Daha önce bir yazınızda da, her yorumu yayınlayan editörleri eleştirdiniz. Lakin, o durum devam ediyor.. Demek ki, iç dünyaları öyle.. Allah’ın dinini korumak ve yüceltmek hedefiyle hiçbir ilgisi olmayan hedefler için savaşan insanların İslâm adına sahiblenilmesi, halkımızın din anlayışını gözden geçirmesi gerektiğini gösteriyor.’

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selahaddin Çakırgil Arşivi