İbrahim Tenekeci

İbrahim Tenekeci

Lütfen gözünüzle seçiniz...

Lütfen gözünüzle seçiniz...

“Lütfen gözünüzle seçiniz” uyarısı genellikle manav reyonlarında olur. Biz buna bir de kalbi ekleyelim.

Kalp gözü, insana bambaşka bir bakış imkânı sağlar. Mesela “umudun bittiği yer” denilince, aklınıza “kurumak” değil de “yeşermek” gelir.

İşlerimize, ilişkilerimize kalp gözüyle yaklaşırsak, hem yanılma ihtimalimiz azalır, hem de bereket ve huzur artar.

Yüce Allah, “Sözünü en güzel şekilde söyle” diye buyuruyor. Kalpten çıkan söz de, göz de güzeldir. Güzel söz, sadece yılanı değil, iyi şeyleri de saklandığı yerden çıkarır. Fakat birçoğumuz işimize bu şekilde yaklaşmadığımız için, niyetimiz iyi bile olsa, sonunda yanlış bir yere geldik.

Başlangıçta her şey güzeldi. Fakat bu güzelliğin sonu, Rilke’nin şu dizesi gibi oldu: “Güzel olan yalnızca başlangıcıdır / Korkunç olanın...”

İşte, bugün eskilerden kimi konuşsak, konu başka yerlere varıyor. Üzücü olan şu ki, o yer, Ahmet Haşim’in O Belde’si değil de, Amerika’nın ya da ona benzer şeylerin bu beldesi...

“Bir tek din kalmış, yepyeni ve gösterişsiz” diyen şaire inat, mesela “Yeni Ramazanlar” sloganını kullanan da onlar.


Yüce Kitabımız “oku” emriyle başlıyor.

Mevlana da her seferinde “dinle” ricasıyla...

Okumak ya da dinlemek... Herkesin yazar ya da konuşmacı olduğu bir devirde, bunlar ne kadar nadir, ne kadar kıymetli vasıflar...

Herkes yazıyor, ama ortada eser yok. Herkes konuşuyor, ama ortada söz yok. Bunların karşılığı şu: Herkes çalışıyor, fakat ortada iş namına bir şey yok. Sözgelimi mevcut hükümetin ne kadar çalıştığı dillere destan oldu. Peki, iktidara geldiklerinden beri kaç tane fabrika, sanayi tesisi memleketimize kazandırıldı?

Demek istediğim böyle bir şey...

Bakıyorum da, herkes sözünün arkasında durmaktan bahsediyor. Kimle konuşursanız konuşun, böyle diyor. Oysa bize, sözünün arkasında değil de, sözünün ortasında duran insanlar lazım.

Son yıllarda, “Sözümün arkasındayım, iddialarımın aksi ispatlanırsa istifa ederim” deyip de sonra “ne istifası kardeşim” diyen ne kadar insan gördük.

“Kardeşim” derken, önemli bir gerçeği de işaret ediyorlardı. Çünkü ezici bir çoğunluğumuz bu tür tutarsızlıklarda kardeş idik.


Eski insanlar, tırpanı örs ve çekiçle bilerdi. Tırpan çekiçle güzelce dövülür ve kılıçtan keskin hale gelirdi.

Bunu hatırlatmamın nedeni şu: Usta-çırak ilişkisi tarihe karıştığı ve sabırlı insan sayısı da yok denecek kadar azaldığı için; bizi (milleti) dövüp daha keskin, daha yarayışlı hale getirecek pek kimse kalmadı. Mevcut birkaç tanesi de şu veya bu nedenlerden dolayı etkisiz hale getirildi. Daha doğru bir ifadeyle, sesleri ellerinden alındı!

Hepimiz kör tırpan ya da bıçak gibi birbirimizin boğazında geziniyoruz. Mesela cumartesi akşamı oynanan Türkiye-Bosna milli maçını kaç taneniz ilk on dakikadan sonra seyredemediyse, işte o kadarız!

Hatırlayın: Türk milli takımı Avrupa şampiyonasında Hırvatistan’ı yenince, Boşnaklar Türk bayrakları ile Bosna sokaklarına dökülmüş, sevinç gösterileri yapmıştı. Cumartesi günkü maçta ise, ilk dakikadan itibaren, Boşnak futbolcular “seyircimiz” tarafından sürekli ıslıklandı, yuhalandı.

Milli demek, dini demektir. Bizler olan bitene seyirce kaldıkça, kalkıp “oraya” gitmedikçe, tribünleri “içimizdeki bilmem neler” doldurmaya devam edecektir. Sadece tribünleri değil, koltukları da...


Söyleyeceklerimizin bir kısmını sonraki yazımıza erteleyip tekrar başa dönelim.
Seçtiklerimizi gözümüzle değil de, elimizle seçtiğimiz için; seçilen her ne ise işte o, binlerce, milyonlarca insan tarafından mıncıklanmış oluyor. Hal böyle olunca, ondan sadece vatana ve millete değil, kendisine de bir hayır gelmiyor. Çünkü o parmakların sahipleri sadece Mehmet Efendi ve Ayşe Teyze değil...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İbrahim Tenekeci Arşivi