Selahaddin Çakırgil

Selahaddin Çakırgil

Ecnebîlerin isteğine uyarak mı; 'tam bağımsızlık'?

Ecnebîlerin isteğine uyarak mı; 'tam bağımsızlık'?

Rahmetli Necîb Fâzıl, 1946’da çok partili hayata geçilmesini, İsmet İnönü’nün Amerikan dayatması sonunda kabullenmek zorunda kaldığını yazar-söylerdi de, bunun nasıl olduğunun teferruatını pek anlatmadığından, bu işin nasıl olabileceğine, bir türlü akıl erdiremezdik.
Onun sözlerine güvenirdik, ama, ‘istiklâl-i tam’ / ‘tam bağımsızlık’ sahibi bir ülkenin insanları olarak, bu gibi Amerikan direktiflerinin gerçekliğini kavramakta zorlanırdık.
öyle ya, bir ülke hem müstakil, bağımsız olur da, Amerika ona; ‘çok partili düzene geç, ülkeniz halkın irade ve isteğine göre yönetilsin.’ diye emirler verebilir miydi?
Hem, bizim ülkemizi ve halkımızı Amerikalılar, Batılılar niye bu kadar seviyorlardı? ‘Ya, istediklerini, ‘halkınızın iradesi böyleymiş..’ diye gerçekleştirirlerse, o zaman n’olacak?’ şeklindeki kuşkularımız da ayrı bir konuydu.. Ve bu kuşku yüzünden, ‘adı Cumhûriyet olan bir sistemde, ‘yönetim mekanizmasının tepesinde bulunanların, ülke ve halkı, ‘halk için’ diyerek ve amma, ‘halka rağmen’ yönetmesi nasıl kabul edilebilir?’ diye bile soramıyorduk..
Ama, dışardan dayatmaların nasıl olabildiğini sonraları gördük.. Amerika, NATO, IMF vs. dayatmaları gereği, nice yasa değişiklikleri yapılıyordu, ama, kafa yine değişmiyordu. Derken, sonunda, öcalan’ın idâm edilmemesi şartıyle verilmesinin kanun değişiklikleri geldi. Ve, anladık ki, ‘tam bağımsızlık’ üzerine kurulu olduğunu zannettiğimiz saltanat sonrası yeni rejim de, yeni bir ideolojik saltanatı temsil ediyordu ve ‘hakimiyetin, kayıdsız-şartsız milletin olduğu’ sözü, bir yalan idi ve yeni ve katı laikliğin temelleri de Lozan’da atılmıştı..
Buna rağmen, şimdi, çoğunluğunu em. generallerin oluşturduğu ‘kemalist/laik’lerin ve ‘ulusalcılar’ın ve benzerlerinin yaymaya çalıştıkları hava ise, Türkiye’nin o zaman, ‘tam bağımsızlık üzerine kurulduğu’ iddiası, bir yalandan ve yaldızlamadan ibaret..
M. Kemal’in ölümünden kısa süre önce, İngiliz B. Elçisi Sir Percy Loren’e, ‘kendisinden sonra ‘inkilab’ların tehlikeye düşmemesi için, kendi yerine geçmesi’ teklifinde bulunduğuna dair ingiliz belgelerini haydi görmezlikten gelelim. İngiliz Kraliyeti’nin üstün hizmet edenlere verdiği ‘Dizbağı Nişanı’nın M. Kemal tarafından kabul edilmesi üzerine İsmet Paşa’nın buna şiddetle karşı çıkması ve bazı kitaplarda da aktarıldığı üzere ‘Memleketi içki sofralarından idare ediyorsun..’ diye çıkışması ve de arkasından Başbakanlık’tan azledilmesi süreci üzerinde de durmayalım..
Ama, dönemin ünlü Adliye Vekili ve Medenî Kanun’un ‘Esbâb-ı Mucibe Layihası’nda milletimizin inanç sistemine ‘milletimizi saran 13 asırlık itikadât-ı müzebzebe’ (saçmasapan inançlar) diye en ağır hakaretleri kaleme almış olan Mahmûd Esad (Bozkurt), ‘Türk Medenî Kanunu Nasıl Hazırlandı?’ isimli eserinde şöyle der: ‘(Lozan’da) Kapitülasyonları kaldırma konusu gündeme geldiğinde, yabancı devletler, hukuk sistemimizin geri kalmışlığına ve dinî temellere dayandığına işaret ederek, haklı isteklerimizi reddettiler.. Kanunların‚ ‘layık’ (laic/laik) olmasının asrî (çağdaş) devlet fikrinin icabı olduğunu söylüyorlardı. ‘Sizin kanunlarınız (diyorlardı), dinî temellerden alınmış; tebâmızı müslüman dininin akaidine teslim edemeyiz.. (…) Kendi tebânıza dinî kanunları tatbik edebilirsiniz. Ama, başka dinlere onları dayatamazsınız.. Yirminci asır bu telakkiyi kabul edemez.. Vicdanlar hür olmalıdır..’ Başka bir çok şeyler daha söylediler.. Ama, burada anlatmaya lüzum yok.. Konuyla alâkadar olanları bunlar.. Yabancıların başeğeceği (!?) bu adalet organının karakteri ne olacaktı?
Hangi muhtemel şekli alacaktı.. Bunu tek kelimeyle söyleyebiliriz: Layık! (Laik)’ (Sh. 9-10)
Mahmûd Esad, bu sözleri, 1923’ler için söylüyordu. (Medenî Kanun 1926’da kabul edildi.) Yani, ‘laikliğin’, ülkede hâkim kılan yeni hukuk sistemine 1937’de girdiğini düşünüp, ondan öncesinin İslam Cumhuriyeti olduğu sanılmamalı..
Türkiye’deki sistem, taa baştan, sağlıksız bir zemin üzerinde oturtulmuştur ve ortaya çıkan problemleri, birileri sistemin içine girip düzeltmek niyetiyle; birileri de, emperyalist dünyanın dayatmalarına ve kültürel değerlerine tam teslimiyet sûretiyle gidermeye çalışıyorlar.. Ama, bozukluk temeldedir.. Baştan bozuk olan, zamanla düzelmez..
*301 kaldırılsın da..
Bu vesileyle, ‘türklüğe hakaret’i düzenleyen 301. madde tartışmalarına da değinelim..
AB ve diğer uluslararası baskı odaklarının TCK. 301. maddesinin değiştirilmesi yolundaki baskıları uzunca bir süredir sürüyor.. Şimdi onlar bastırıyor diye, bazıları, bu maddeyi neredeyse kutsayacak.. Buna karşı, bazıları da, ‘Ne yani, türklüğe hakaret serbest mi olsun?’ gibi kurnazca ve içinde mantık hilesi bulunan bir yığın soruları üretebiliyorlar..
Bu madde, türklüğe hakaret edildiği gerekçesiyle, -gerektiğinde kullanılmak üzere- uygulamaya müsaid.. ‘Türk halkının yüzde 90’ı aptaldır’ diyen A. Nesin’e kimse bir şey dememişti.. Ama; H. Dink ve E. Şafak gibi, özellikle Batılılarca himayeye mazhar olmuş isimler için çalıştırılınca, itirazlar yükseltildi.. Ama, meselâ ‘hiç bir kavim veya etnik köken arasında fark olmadığını, hiç bir kavmin diğerinden üstün olmadığını’ söyleyen bir ‘müslüman’a uygulansaydı, kimsenin ‘gık’ı çıkmazdı..
Şimdi, ‘Bu madde dış baskılar olmadan, ve hattâ başkalarına da örnek olacak şekilde, adam gibi düzeltilsin; bunun ölçüsünü bizim inançlarımız veriyor bize..’ denilse; laikliğe aykırılıktan dem vururlar, ‘dine göre kanun çıkarılamaz..’ diye yaygarayı basarlar..
Halbuki, İslâm, hiç bir kavmin aşağılanmasına, cevaz vermez.. Yunûs’un 750 yıl öncelerdeki, ‘Yetmişiki millete bir göz ile bakmıyan,/ Halka muderris (bile) olsa, Hakikat’e âsîdir..’ sözü, İslâm’dan imbiklenmiş bir güzel sözdür ki, bizim aklımıza, vicdanımıza hâlâ da ışık tutmaktadır.. O halde, ‘hiç bir kavmin, toplumun, etnik unsurun, doğuştan sahib oldukları ve kendi iradelerinde olmayan özelliklerinden dolayı aşağılanamayacağı’na dair bir düzenleme yapılmalıdır.. Kezâ, hiç bir toplumun inançlarının da, mantıkî tartışma dışında, aşağılanmaması da hükme bağlanabilir.. Ki, İslâm, bize, ‘başka dinlerden olanların ilahlarına hakaret etmememizi’ de emrediyor..
Bütün insanları, ‘Beni âdem’ (âdem’in çocukları) olarak gören ve âdem’in de topraktan olduğunu, hiç kimsenin maddî mayasının diğerinden üstün olmadığı ölçüsüne bağlı ve, ‘İnne ekremekum indallahe etqaakum (En hayırlınız, Allah’tan en çok sakınanınızdır..)’ âyetinin ölçüsünü bütün renk, ırk, kavimlere bakış açısı olarak kanuna yansıtsanız, kıyamet mi kopar?
‘Laiklerin hışmı’ndan korkup da adına İslâm demezseniz de; ama, bu ezelî hakikatleri ölçü alamaz mısınız? Yapacağınız düzenlemelerle dünyaya örnek teşkil edemez misiniz? Bunun yerine, türklük etrafına takılıp kalmaya devam mı?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selahaddin Çakırgil Arşivi