Hayrettin Karaman

Hayrettin Karaman

Zalimin zulmü varsa…

Zalimin zulmü varsa…

Tek parti döneminde ve daha sonra da halka rağmen halkı yönetmeye kalkışanların silah gücüyle milleti yıldırdıkları ara dönemlerde Cuma hutbeleri, suya sabuna dokunmayan konularda olurdu. 1961 yılında Kadıköy merkez vâizi olmuştum. Elimize verilen vaizlik vesikasının kapağının iç tarafında “vaazların iman, ibadet ve ahlâk konularının dışına çıkması” yasaklanıyordu. O günlerde uluslararası ihtilafları, birinin diğerine yaptığı yanlışı, zulmü, hukuk ihlâlini hutbe ve vaaz konusu yapsanız soruşturma açılabilirdi.

Geçtiğimiz Cuma günü İsrail zulmüne tahsis edilmiş bir hutbeyi dinlerken bunları hatırladım.

Hatip, İbrahim Suresinin 42. âyetini okumuştu. O âyet ve devamına bakalım:

“Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! O sadece, onların işini bir güne erteliyor ki, o gün gözler dehşetten dışarı fırlamış;/Başları yukarıya kalkık, bakışları bir noktaya sabitlenmiş, zihinleri bomboş kalmış olarak toplanma yerine koşarlar./ Kendilerine azabın geleceği, bu yüzden zalimlerin, “Rabbimiz! Bize kısa bir süre daha ver de senin davetine uyalım, peygamberlere tâbi olalım” diyecekleri ve onlara, “Sizin için bir yok oluş bulunmadığına daha önce yemin etmemiş miydiniz?” diye sorulacağı güne karşı insanları uyar./ Ve sizden önce (bâtılı seçerek) kendilerine kötülük edenlerin yurtlarına yerleşmiştiniz. Onlara ne yaptığımız sizin için açıkça belli oldu, size misaller de getirdik” (İbrahim: 42-45).

Bu âyetlerde, deistlerin iddia ve görüşlerinin aksine, Allah Teâlâ’nın, insanı ve evreni yarattıktan sonra bunlarla ilgisini kesmediği, yaratmadan sonrasını yaratılanların keyfine ve tasarrufuna bırakmadığı açık ve kesin bir ifade ile beyan ediliyor.

Peki, niçin zalimlerin cezasını ahirete bırakıyor, dünyada haklarından gelip zulmü engellemiyor?

Bir kere kötülüklerin cezasını daima ahirete bırakmıyor, bir kısmının cezasını ibret için dünyada veriyor ama eğer her günahın, her kötülüğün cezasını dünyada verseydi bu uygulama, Mülk Suresindeki şu buyruğa ters düşerdi: “Hanginizin amelinin daha güzel olduğunu imtihan ile ortaya çıkarmak için hayatı ve ölümü yaratan…”

Şu halde kulların bir kısmı zulmedecek, bir kısmı da zulmü engellemek için elinden geleni yapacak. Dünya hayatında kötülükleri önleme vazifesi Allah’ın kullarına verilmiş, bunu ihmal edip de “Ya Rabbi, biz yapmıyoruz, gel sen yap!” demek hem ilâhî nizama hem de kulluk edebine aykırıdır.

Evet, her kötülüğün cezasını dünyada vermiyor, ama ahirette vereceğini de peygamberler gönderip onlara vahyederek bildiriyor. Bu uyarıya kulak verip vermemek, inanıp inanmamak da imtihanın bir parçası oluyor.

“Tuzaklarını Allah bilip dururken onlar tuzaklarını kurmaya devam ettiler. Oysa onların tuzaklarıyla dağlar yıkılıp yok olacak değildi!/ O halde, Allah’ın, peygamberlerine verdiği sözden sakın cayacağını sanma! Allah güçlüdür, kimsenin yaptığını yanına bırakmaz” (46-47).

“Oysa onların tuzaklarıyla dağlar yıkılıp yok olacak değildi!” meâlindeki cümlenin mecazî mânası, inkârcıların kurmuş olduğu tuzaklarla Allah’ın dininin yıkılmayacağıdır.

Bir gün gelecek yer başka yere, gökler de başka göklere dönüştürülecek, insanlar gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah’ın huzuruna çıkacaklardır” (48).

Bu âyeti ortak mealimizde şöyle açıkladık:

“Kıyamet gününde meydana gelecek olan toplu ve kökten değişime işaret edilmektedir (krş. Tâhâ: 105-107). “Dönüştürülecek” diye tercüme ettiğimiz tebdîl kavramı Kur’ân’da bir şeyin ya özünü (Nisâ: 56) veya niteliğini değiştirme anlamında kullanılmaktadır (Furkan: 70). Burada her iki anlama da ihtimal vardır. Birinci anlama göre kıyamet gününde evren tamamıyla yok olacak, daha sonra yeniden yaratılacaktır (özün değiştirilmesi); İkinci anlama göre ise evrenin maddesi kalacak, nitelikleri değiştirilecektir; meselâ yer küresinin dağları savrulacak, denizleri yarılacak, dümdüz olacak, eğrilik büğrülük görülmeyecek fakat asıl maddesi kalacaktır (vasfın değiştirilmesi)”.

Mucizeler ve istisnalar dışında Allah Teâlâ yardımını, kulları aracılığı ile yapıyor ve kulun elinden geleni yapmasını da şart koşuyor ve ona vazife olarak veriyor.

İsrail ve benzerlerinin zulmüne karşı bağırıp çağırmak, ağlayıp yalvarmak bir işe yaramıyor, birliğe ve güce ihtiyacımız var; önce bir elimizden geleni yapalım, sonra Allah’a yalvaralım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hayrettin Karaman Arşivi