Selahaddin Çakırgil

Selahaddin Çakırgil

Medya’nın toplumu yönlendirmesine sürüklenecek miyiz?

Medya’nın toplumu yönlendirmesine sürüklenecek miyiz?

Orhan Veli, 1945-48’ler dünyasının o korkunç çalkantılı dönemine karşı, sosyete güllerinin tavrını özetlemek için, ‘Ne Atom Bombası, ne Londra Konferansı../ Bir elinde cımbız, bir elinde ayna, / Umûrunda mı dünya..’ demişti..
Bizdeki medyanın şu son günlerde, günler boyu nelerle meşgul olduklarını düşündüğümüzde, benzer bir tablo ortaya çıkmıyor mu?
Ne, dünyayı altüst eden büyük sosyo-ekonomik kriz..
Ne, sadece B. Amerika’yı değil, dünyayı da etkileyecek olan Amerikan başkanlık seçimi..
Ne, ülkenin bazı hassas bölgelerine Başbakan’ın gelmemesi için yapılan tehdid dolu açıklamalar.. Ne, Graham Fuller gibi bir etkili ismin, ‘Türkiye artık Amerika’nın müttefiki değil..’ demek noktasına gelmesi.. Ne, Barzanî’nin Amerika’daki görüşmesinin manâsı..
Ne, Amerika’nın Irak’taki işgalini örtülü şekilde sürekli hale getirmek için dayattığı ve Irak’daki etkili birçok sosyo-politik çevrenin direnmeye çalıştığı ‘Savunma İşbirliği Andlaşması..’nı kabul ettirme çabaları.. (Ki, biz, aynı vartaya NATO’yla düşmüşüzdür de, hâlâ da kendimizi hürr zannederiz..)
Ne, bölgemizdeki (Balkanlar/ Kafkasya ve Ortadoğu üçgenindeki) diğer büyük oyunlar..
Ne, Afrika’nın çeşitli bölgelerindeki büyük iç savaşların yuttuğu onbinler ve açlık..
Ne, dünyayı derinden etkileyeceği anlaşılan kaygılandırıcı ekolojik gelişmeler..
‘Vur patlasın-çal oynasın... Ohh, dolçe vita../ Tadlı hayat...’ nâraları..
Medya, neleri gösteriyorsa, toplum da genelde onların peşinde sürükleniyor..
Toplumumuzu günlerdir meşgul eden şu maleyânî konulara bir bakınız..
Ya, bir ‘pedofili’ vak’asına karışmakla suçlanan bir kişinin tahliye olması üzerine, kendisine çevrilen her kamera karşısında konuşması..
Ya da, M. Kemal’i az-biraz sıradışı anlatmaya yeltenen, ‘Mustafa’ filmi üzerine tartışmalar..
Ya, Cumhûriyet’in asıl manası yerine, onun resepsiyonlarına karşı ve toplumu istedikleri yere getiremediklerine hayıflanan güç odaklarının hışımlı tavırları..
Evet, zannedersiniz ki, bunlar toplumun ve ülkenin en önemli mes’eleleri!.
*Çankaya Köşkü’nde, 80 küsur yıldır sürdürülen kutlamalar yine tekrarlandı..
Cumhurbaşkanı ve refikası, kutlamaları kabul ederken, -‘muasır medeniyet’ lafından neyi anladıklarını böylece çok güzel anlatan- bazıları, sırf, Hayrunnisâ Hanım’ın örtülü olmasına bir protesto olarak, orada hazır bulunmamışlar.. O mâlûm güç odakları ve çevreler Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığına da esasen onun için karşı çıkmamışlar mıydı?
O akşam verilen resepsiyonda ise, 85 yıllık gelenekte olduğu gibi, her türlü içki yine sunulmuş olmasına rağmen, ‘taife-i laicus’un nice kodamanları, bu içkilerin kendilerine uzatılan bir ‘ot’ veya oltadaki yem mesabesinde olduğunu düşünerek ve ‘Biz bunların daniskasını zâten içiyoruz, oraya gitmemiz, o zihniyetin hâkimiyetini artık fikren ve hissen kabul ediyoruz mânasına gelir..’ diye oraya gitmeyip, ayrı yerlerde alternatif kutlamalar düzenlemişler.. Bir terör örgütüyle bile 25 yıldır başa çıkılamayış sebebinin kavranmasını engelleyen birtakım ‘demagojik militarist’ nutuk ve tavırlarla..
Ve elbette ki, ceplerinden değil, milletin hazinesine ödettirilerek tertiblenen kutlamalar..
‘His denilen devletliden olsaydı halkın behresi (nasibi); Payitahtından (başkentinden) bugün taşmazdı sarhoş nâ’resi..’ mısraları zannedersiniz ki, Âkif tarafından 95 yıl önce, ‘1913 İstanbulu’ için değil de, ‘2008 Ankarası’ ve ‘Cumhuriyet kutlamaları’ için yazılmıştır!
Anadolu’da ise, bazı Belediye Başkanlarının bu kutlamalarda, örtülü hanımlarıyla yer almaları karşısında, bazıları da o tören mekanlarını terk etmişler; hışımla..
Ama, bu arada bir ilginç haberin üzerinde pek durulmadı.. Bilindiği üzere, Güneydoğu’da yıllardır askerî mekanlarda verilen bu gibi kutlamalara Belediye Başkanları da davet edilir ve amma, hele de komuta çevrelerinin hoşlanmadığı siyasî eğilimli halk temsilcileri, kapıdan çevrilirlerdi.. Bu sene, bu uygulama ters yüz edilmiş ve Batman’da, Belediye Başkanı’nın resepsiyona davetli olan üniformalılar kapıdan çevrilmişler.. İngiliz Kral /Kraliçesi’nin Avam Kamarası’na, kapıya birkaç defa vurması ve içerden ‘Giriniz..’ sesi gelmedikçe, girememelerini ve bir tarihî mücadeleyi hatırlatan bir ilginç uygulama..
*Evet, nelerin gösterildiği değil; neleri idrak etmemiz gerektiği önemli..
Evet, medya, ona hâkim olan güç odaklarınca, topluma, gösterilmesi gerekenleri yansıtıyor.. Halbuki, asıl olması gereken, hangi güç merkezlerince ve nasıl nasıl kullanıldığı bilinen medya gücünün neleri- nasıl gösterdiği değil, nelerin idrak edilmesi gerektiğidir..
Bu açıdan, Baykal’ın kendi dünyası için gösterdiği titizlik ilginçtir. Nitekim, ‘Mustafa’ filmini eleştirirken, ‘Atatürk günde bir büyük rakı içen, kadınlara zaafı olan birisi olarak gösterilmiş. Zaafları olabilir. Ancak, Atatürk gibi bir adamın sofrası bu resim olamaz. Atatürk'ün sofrası Cumhuriyet coşkusunun yaşandığı bir sofradır. (…)Filmde, cumhuriyeti kurmak için birlikte hareket ettiği arkadaşlarını sonradan yemiş, onlara ihanet etmiş gibi gösteriliyor. Bunlar gerçek değil. Arkadaşlarına saygı duymuş, sevmiş ama devrimler sırasında yolları ayrılmış .. Atatürk kendi döneminin tüm liderleri diktatör olduğu halde bu yönde hiçbir eğilimi olmayan bir liderdi. Hep çoğulcu demokrasi istedi..’ diyordu Baykal..
Baykal’ın bu sözleri üzerine, Sabah’tan Emre Aköz, dün, feryad edercesine; ‘Her gün bu ülkede Atatürk'ün eserleri anlatılıyor. Anaokulundan başlayıp ölene dek aynı şeyleri dinliyoruz. Bıkmadınız mı? Sıkılmadınız mı’ diyor ve ‘Mâdem hep demokrasiyi istedi; niye Terakkiperver ve Serbest Fırka’ları kapattı? Niye çok partili hayata geçmedi? (Osmanlı bile son döneminde çok partiliydi!) diye soruyordu.. Haksız mı?
Aköz, ‘Baykal da biliyor o sofrada yaşanan tuhaflıkları. Mesela koca koca bürokratlar ve bilimciler; Atatürk'ün sorularına ‘onu tatmin/ mutlu edecek bir cevap veremeyip fırça yiyecekleri korkusuyla’ birbirinin ardına saklanırdı. O sofrada ‘cumhuriyet coşkusu’ yaşandı elbette.. Ama, tavana kurşun da sıkıldı, davetliler olur olmaz güreştirildi de! (Vereyim mi başka örnekler?)’ de diyor. Yani, engeller bir kalksa, ortada bir şey kalmıyacağından korkulduğu için, bütün o kanun yoluyla korumalar..
Geçmişini anlaması engellenen bir toplum, o geçmişi temel yaparak yarınını nasıl kurabilir?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selahaddin Çakırgil Arşivi