Mustafa Çağrıcı

Mustafa Çağrıcı

Sahi biz nereye gidiyoruz?!

Sahi biz nereye gidiyoruz?!

Vaktiyle laikçi kesimlerde bir iki cümlelik “Atatürkçü, ilerici” laflar ettikten sonra “gerici” gördükleri çevrelere ağızlarının dolusunca hakaret edenleri, hatta hapse attıranları görüyorduk. O zamanlar “İslâmî” kesim mağdur ve mazlum idi. Şimdi durum değişti. Aslında İslâm ve Peygamber ahlakına bakarsanız şimdi af, müsamaha, en azından âdil olma zamanıdır. Ama gerçek öyle değil. “İslâmî” kesimden eline güç ve fırsat geçiren bazıları için şimdi zaman rövanş, intikam, –hazır fırsat eldeyken- kendi düşünceleri –ve çoğu zaman üstünü kutsal kavramlarla örttükleri- çıkarları için engel gördüklerini iftira, zulüm vs. demeden elden geleni yapıp itibarsızlaştırma, imha etme, alanı boşaltma zamanıdır. Hatta bunlar arasında havayı iyi koklayarak “hidayete erenler (!)” de var. Hz. Peygamber ne güzel söylemiş: “Eğer Allah’tan haya etmiyorsan, artık istediğini yapabilirsin!”

Ama öteden beri dindar bildiğimiz bir kısım insanların durumu yürek yakıcı. Son yıllarda bu “dindar” kesimden öylelerini görüyoruz ki, inanıp yaşadıkları din ile yapıp ettiklerini nasıl bağdaştırdıklarına şaşıp kalıyoruz. Hakaret, küfür, iftira… adamda ne desen var. Bunların birçoğu devlet ricalinin hoşlarına gidecek üç beş cümlelik din, iman, mukaddesat, şanlı tarihimiz lafı edip, “sendenim” diyerek orayı sağlama aldıktan sonra (aslında o zevatın sırtlarına basarak), artık sözde davaları, gerçekte ikballeri ve çıkarları için tehlikeli gördükleri kişilere, kurumlara karşı kötülükte sınır tanımıyorlar.

***

İşte böylelerinden biriyle, -sadece ibret olsun diye unvanını söyleyeyim- bir HADİS doçentiyle yapılıp yayımlanmış bir röportaj okudum. Bu zat orada dinî alanda araştırmalar yaptıran bir merkezin mali işlemlerini anlatıyor. Bir iki cümlesini aynen alayım: “(Bu merkezi falan) vakıf destekliyor…  Burada görev yapan akademisyenler var… Ayda 30.000 lira para geliyor oradan adama... Ki bu, bizim gördüğümüz... Arkadaşlar, o baştan adını andığım uluslar üstü vakıfların, müesseselerin akıttıkları paranın haddi hesabı yok!.. ”

Bu zatın mesleğine, unvanına bakarak söylediklerine inanan, söz konusu merkezde çeşitli vakıflardan, hatta “uluslar üstü” karanlık kaynaklardan beslenen, dolayısıyla onların emrinde çalışan akademisyenler bulunduğunu düşünen kim bilir ne kadar insan olmuştur.

Gelelim işin hakikatine:

1. O kurum bir vakıf üniversitesine bağlı, YÖK sistemi içinde, özel bütçeli bir araştırma merkezidir. Hiçbir kamu kurumu, dernek veya vakıfla (ilgili üniversitenin vakfı dâhil) hiçbir parasal ilişkisi yok. Keza yurt dışından hiçbir şekilde mali destek sağlamıyor.

2. Biri tam mesaili Bilim Kurulu Başkanı profesör, üçü idari personel olmak üzere, Merkez’den aylık alanların tamamı dört kişidir. Bilim Kurulu Başkanına, devlet üniversitelerindeki aynı unvanı taşıyan bir öğretim üyesi maaşının yarısının altında bir ücret ödeniyor.

3. Merkezin Müdürü bağlı bulunduğu vakıf üniversitesinde öğretim üyesi olup, merkezdeki mesaisi için kendisine ayrıca bir ödeme yapılmıyor.

4. Bilim Kurulu üyelerine ücret ödenmiyor, sadece fiziki ortamdan yararlanma imkânı sağlanıyor.

5. Merkezin bilimsel projeleri çerçevesinde ilmî yazı/kitap yazanlara, çeviri yapanlara piyasa usul ve ölçülerine göre telif ücreti ödeniyor.

***

Bu bilgiler karşısında, söz konusu HADİS doçentinin, anılan merkez hakkında ürettiği dehşet verici isnatları, fakültesinde okuttuğu Peygamber hadislerinin ve ahlakının neresine sığdırdığı sorusunu sormayı kamuoyunun, özellikle de öğrencilerinin takdirine sunuyorum.

Bu meselenin ülkemiz adına daha vahim tarafı, -anılan röportajda görüldüğü gibi- bu HADİS doçentinin, devletin zirvesini “yanına adamlar yerleştirerek” yönetme hevesine kapılması, buna uygun bir ortamın bulunduğunu düşünmesi, bunları da ortalıkta rahat rahat konuşup yayımlayabilmesidir.

Sahi biz nereye gidiyoruz?!

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mustafa Çağrıcı Arşivi