Yeniden 'düşük yoğunluklu savaş' mı?

Yeniden 'düşük yoğunluklu savaş' mı?

Obama rüzgarı tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de dengeleri değitirmeye başladı.

Eğer halay çekenleri ve kurban kesenleri saymazsak, Türkiye'nin Obama'nın gelişine pek de hazırlıklı olduğu söylenemez.

Ankara'da son dakikaya kadar birilerinin 'McCain' sürprizi beklediğini tahmin etmek içinde kahin olmaya gerek yok.

'Cumhuriyetçi' refleksin Ankara'da etkinliği artsa da, toplumda karşılık bulmadığı çok açık. Soğuk Savaş döneminden esintiler taşıyan 'cumhuriyetçi' zihnin, Türkiye'de esen Obama rüzgarını 'medyatik' ya da 'geçici' görmesi ise, yapabileceği en vahim hata.

Bu rüzgar kuşku yok ki hükümet ve AK Parti üzerinde de etkisini gösterecek. Gösteriyor da. Resmi açıklamalar bir kenara bırakıp soğukkanlı bakılırsa, Ak Parti'de yaşanan Dengir Fırat - Abdülkadir Aksu değişikliği, bu sürecin bir parçası.

***

Sözü dolaştırmaya hiç gerek yok. 'Cumhuriyetçi' refleks, Obama'nın gelişine 'Ermeni soykırımı iddialarına destek veriyor' gerekçesiyle başından itibaren soğuk bakıyor.

Oysa asıl mesele ne Ermeni iddiaları, ne de Obama'nın onlara verdiği destek.

İşin adı belli.

'Kürt Sorunu' ve onunla birlikte önümüze gelecek tartışmalar.

***

ABD'nin Irak'tan asker çekmesi, Türkiye'nin bir devlet politikası olarak Kuzey Irak üzerindeki etkinliğinin artması ve elbette Obama'nın 'resmi' Türkiye dışında gördüğü destek, konuşulamayan, konuşulması yasaklanan ya da ötelenen başlıkları önümüze çıkaracak.

Ana başlığı 'Kürt Sorunu' olan bu dosyada, Türkiye'nin yıllar yılı konuşmaktan korktuğu nice başlık var.

Şimdi eğer, Amkara'da olup biten, mesela 1993-1995 döneminde olduğu gibi bunun önünü askeri tedbirleri artırarak kesmeyi ifade ediyorsa, geçmiş olsun

O tür yaklaşımların Türkiye'ye neler getirdğini, 'Tansu Çiller - Doğan Güreş' ekseninin bize neye malolduğunu unutmayalım. Bugünkü açmazın en büyük tetikleyicisi o yılalrdaki 'düşük yoğunluklu savaş'tır.

***

Türkiye'nin önemli sorunlarını konuşurken, TSK'nın muhatap alınmaması gerektiğini söyleyenlere katılmıyorum.

Hele işin içinde 'güvenlik' varsa, orduyla görüş alışverişinde bulunmak elbette gerekli.

Ama yakın geçmişteki bir yanlışa düşmemek kaydıyla.

Ordunun görüşlerini dinlemek başka.

Onun tezlerini 'temel yaklaşım'haline getirmek çok başka.

***

Endişeliyim. Önce bir alıntı yapayım:

"1993-1195 yılları terörle mücadelenin en şiddetli olduğu dönemdir. Bu süreçte Güvenlik Güçlerinin vermiş olduğu şehit sayıları en üst rakamlara ulaşmış, ancak örgütün silahlı kadrosu da 12000'lerden 6000'lere düşürülmüştür. Bu dönem, örgütün ve terörist başının hayallerinin yıkıldığı dönemdir. Bunun sonucunda örgüt 1995'ten sonra, kültürel ve siyasal alandaki ayrılıkçı faaliyetlere ağırlık verme kararı alırken, terörist unusrları da 20-30 kişilik gruplara dönüştürülmüştür."

Bu değerlendirme, Kara Kuvvetleri komutanı sıfatıyla İlker Başbuğ'a ait. (24 Eylül 2007, Kara Harp Okulu) Söz konusu dönemin Çiller - Güreş ikilisine ait olduğunu yukarıda hatırlattım.

Bugün gelinen aşamayı hepimiz görüyoruz.

Eğer, bu olup biten, 'cunhuriyetçi' refleksin " Bu memlekete komünizm gelecekse, onu da biz getiririz" yaklaşımının yeni bir versiyonu ise, ortada başka bir sorun var.

Bu yaklaşımlar, siyaseti hırpalıyor, ona duyulan güveni azaltıyor.

Üstelik Türkiye'yi koruma iddiasıyla yapılan bu işler, tam aksine bizi daha da dayanıksız hale getiriyor.

Ben Türkiye'de siyasetin kendi sözünü söyleyecek, kendi tezini savunacak kadar güçlü olduğuna inanıyorum.

İnanmak istiyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi