Selahaddin Çakırgil

Selahaddin Çakırgil

Şeref kürsülerinden indirilecek ‘suçlu’lar yok mu, sahi?

Şeref kürsülerinden indirilecek ‘suçlu’lar yok mu, sahi?

Gen. Kenan Evren ve arkadaşları, ‘bozulan devlet düzenini yeniden tesis etmek üzere’ bahanesiyle, kemalist/laik rejimde düzensizliğin en büyüğünü yapıp, başındaki ‘Hükûmet’i devirerek milletin kaderine el koyunca.. Henüz rüşd yaşına gelmemiş olan çocukları bile, yaşlarını büyültüp idâm ettirmekten dârağaçlarından kendi iktidarları için meded umduğu ve ‘Asmayalım da besleyelim mi?’ dediği günleri gördü, ülkemiz.. Ve yetkili hiç kimse, ona sözünü tersine çevirip ‘cezalandırmayalım da, besleyelim mi?’ diyemedi. O, şimdi ‘nu’ resimleri yapıyor.. ‘Darbeciler yargılanmalı..’ diyen bir savcının başına getirilmedik iş kalmadı ve sonunda, AİHM, Savcı’yı haklı buldu.. Ama, Evren yargılanacak filan değil..
Derken.. Dün, (14 Kasım tarihli) Zaman’da yeralan bir habere göre, Belçika’nın başkenti Bruksel’de ‘Dersim Soykırımı’ konferansı düzenlenmiş..
Dersim’in neresi olduğunu biliyor muyuz ?
Ben Samsum köylerinde geçen çocukluk yıllarımda, amcamın ‘Dersim’de askerlik yaptığı’nı duyar ama, Dersim’i atlasta bulamazdım. Sorduğumda, acı gerçekle karşılaşmıştım. Çünkü amcam, ‘Sen galiba Cumhuriyet Kanunlarından habersizsin.. Sus..’ demiş ve o yerin adının bile yokedilip Tunceli’ye dönüştürüldüğünü, ‘isyancı’ diye, bütün bir bölge halkının, tıpkı diğer yörelerdeki gibi, nasıl ezildiğini; sağ kalanların da ülkenin çeşitli yerlerine darmadağın edildiğini ve, Cumhûriyet Kanunlarının mahiyetini ise çok sonra öğrenmiştim.
Evet, ‘Tunceli kanunları’ diye anılan kanunlar hâlâ yürürlükte ve yaraların da hâlâ sarılmadığı ortada.. Tabiatiyle, kanun gereği, hiç ‘diktatörlük’ filan sözkonusu değildir!.
M. Kemal’in son zamanlarıydı. İsmet İnönü’yü azletmiş ve Celal Bayar’ı başbakan yapmıştı. Dersim’de bir karakola baskın yapılıp 16 askerin öldürüldüğü ve silahlarının gasbedildiği haberini alınca.. Bayar hatırâtında, durumu ‘Büyük Şef’iyle müzakere ettiğini ve ‘tenkil’ (yani, şiddetle bastırılıp yokedilmesi) emrini verdiklerini yazar.
Ne de olsa, ‘Şeyh Said Hareketi’nden beri ‘Taqrir-i Sukûn’ (Sukûnetin hâkim kılınması) adıyla anılan korkunç zulüm uygulamalarının etrafı kasıp kavuran etkisi sürmektedir.. Kimse neler olup bittiğinden haber bile alamaz.. (Sabiha Gökçen, ‘dünyadaki ilk kadın savaş pilotu’ diye anılır da, onun nerede savaştığı pek hatırlanmaz.. O, Dersim’i bombardıman eden bir savaş pilotuydu..) Ki, eski Hv. K.K. Gen. Muhsin Batur hatırâtında, 1937’da Harbokulu’na girdikten birkaç ay sonra El’Azîz’e intikal ettirildiklerini yazar; ama, ‘oraya niçin gittiklerini yazamıyacağını’ okuyucularından özür dilerek belirtir, 45-50 yıl sonralarda bile..
Dışişleri eski bakanlarından İ. Sabri Çağlayangil’in hatırâtında yazdıkları ise, daha ilginçtir. Çağlayangil, o zamanlar Emn. Gen. Md. Muavinidir ve M. Kemal’in de emin adamlarından.. Artık, Dersim Yangını söndürülmek üzeredir.. Birkaç ay içinde onbinler erimiştir. Ve, zafer ‘tâk’ını kurmak için M. Kemal, Çağlayangil ve ekibini ‘El’Azîz’e gönderir.
Dersim’deki o büyük kalkışmanın lideri olan Seyyid Rıza, ‘Kemal Paşa ile görüştürülmesi’ şartıyla teslim olacağını bildirir.. Çağlayangil, kendisine söz verir.. Getirirler.. Sonra, Seyyid Rızâ‘nın oğlunun yaşı büyütülür, babanın yaşı da 75’lerden 55’e indirilir, mahkeme kararıyla bir gecede. Ve oğlunu babasının gözleri önünde ipte sallandırırlar.. Sonra da, Seyyîd Rızâ’yı...
Seyyid Rızâ, Çağlayangil’in aktardığı göre, ‘Biz evlâd-ı Huseyn’ik, vallah mazlûmâne giderük!’ der, son söz olarak.. Ve sonra, cesedleri yakılır; yani mezarları da yoktur. Ardından, M. Kemal, bir gece yarısı, ‘El’Aziz’ istasyonuna gelir.. Dondurucu bir kış gecesinde, kelepçelenmiş yüzlerce ‘isyancı’, üzerlerinde sadece beyaz don-gömlekler, donmamak için birbirlerine sokulmuş vaziyette ve M. Kemal, onların önünden ‘muzaffer’ bir kumandan edâsıyla geçer.. Sonra, M. Kemal, Seyyid Rızâ’nın asılıp asılmadığından emin olmak için, Çağlayangil’e sorar; o da, dârağacındaki resmini gösterir..
Bu aktardıklarım ‘kemalist rejim’in yanında olan ve kanunen serbest olan yayınlardandır. Bir de orada neler oludğuna dair, gayri-resmî yayınlarda ve hele de halkın dilinde anlatılanlar?
*Hele de, içteki problemleri askerî yöntemlerle çözmenin geçersizliği anlaşılmalı..
Evet... Bruksel’deki ‘Dersim Soykırımı Konferansı’ o faciayı ele almış.. Siz bunu Türkiye’de hâlâ konuşamıyorsanız, birileri dışarda elbette konuşur.. Ve orada, Tunceli Bel. Başkanı olan Songül Erol Abdil hanım da bir konuşma yapar; DTP m. vekilleri Şerafettin Hâlis ve Aysel Tuğluk da yanındadır onun.. Tuğluk, ‘Üstümüzden ordular geçti.’ derken; Hâlis de, ‘Dersim Faciası’nda ‘Türk askerlerinin hamile kürd kadınlarının karınlarını deşerek cinsiyet tesbiti yaptıklarını’ iddia etmiş.. Abdil ise, PKK’ları, ‘gerilla’ olarak nitelediği konuşmasında, ‘sanki başka bir ülkeye girer gibi, kentin giriş- çıkışında çok sayıda kontrol noktası olduğunu, bir vatandaşın sırf bir ‘PKK’lının babası’ olduğu için öldürüldüğünü, kendi makam aracının da askerler tarafından sık sık durdurulduğunu, telefonlarının dinlendiğini,’ söylemiş..
Toplantıda konuşan Prof. Ronald Mönch ise, ‘Dersim'de yaşananlar 'insanlık suçu'dur; M. Kemal ve dönemin Hükûmet üyeleriyle yüksek askerî yetkililerin, yaşasalardı savaş suçlusu olarak yargılanmaları gerekirdi.’ diye dile getirmiş, görüşlerini..
Euro-Ermeni Fed. Başk Hilda Çoboyan da, ‘Dersim kızılbaşlığının, paganlık (putperestlik) hristiyanlık ve alevîlik karışımı’ olduğunu belirtmiş.. Konferansın sonuç bildirgesinde ise, ‘Dersim Faciası’ ‘soykırım’ olarak nitelenip, bu ‘soykırım’ mağdurlarına tazminat ödenmesi, idâm edilen Seyyid Rızâ'nın mezarının tesbit edilmesi ve arşivlerin açılması istenmiş...
Bütün bunlardan sonra.. Şunu unutmamalıyız ki, her isyanda, kendisi bir hakikate dayanmasa bile, bir haksızlığa direniş ruhu vardır.. Tunceli Bel. Başkanı hanım da, kendisini seçen halkın o faciadan 70 yıl sonra bile dile getiriyor.. Demek ki, zulme uğradığına inanan bir halk, ikna edilememiştir. Askerî yöntemlerle sindirilenlerin kalbleri kazanılamamıştır..
Tunceli Bel. Başkanı, kendisini seçen halkın beklediklerini yerine getirmeye çalışmaktadır.. Tayyîb Erdoğan ise, kendisini seçen, ona oy veren insanların beklentilerini düşündüğü kadar, ülkenin tamanının düzenini, dengelerini de gözetlemek zorundadır.. Ama, asla gözardı edilmemesi gereken husus, hele de ülke içi problemlerin hallinde askerî yöntemlerle netice alınamıyacağı ve bu yola başvurulması halinde, geri tepmelerin sosyal patlamalar halinde nice zaman sonra bile, ergeç ortaya çıktığı gereçeğidir.. Çünkü, ‘tazyik edilen şeyin genişlediği’ gerçeği, sadece bir fizik kanunu değildiri, sosyal hadiselerde de aynı neticeyi vermektedir..
Nitekim, bugün Dersim, bütün Güneydoğu’dur..
Onun içindir ki, her ne olursa olsun, sadece filan şehirlerin belediye başkanlıklarını almak değil; halkın gönlünü, askerî yöntemleri kesinlikle dışlayarak ve asla akla getirmeyerek kazanmak asıl hedef olmalıdır.. Kemalist rejim kendisinden beklese bile, Erdoğan’ın hele de askerî çözüm zannedilen usulün bedelini ödemek gibi bir sorumluluğu da yoktur..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selahaddin Çakırgil Arşivi