Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Osmanlı’da çocuk terbiyesi

Osmanlı’da çocuk terbiyesi

20 Kasım, Dünya Çocuk Hakları Günü idi. “Çarşaflılar CHP’ye katılmalı mıydı, katılmamalı mıydı?”, “Mustafa filmi öyle mi olmalıydı, böyle mi?..” gibisinden hayhuylar içinde ıskaladık yine...
Gerçi bu günü her sene kutluyoruz. Her sene çocukları bile etkilemeyen bir birinin benzeri nutuklar çekip, tutmadığımız, tutmayacağımız vaatlerde bulunuyoruz.
Ama çocuklarımızı nasıl yetiştirmemiz gerektiği konusunu hâlâ pek fazla düşünmüyoruz...
Bu konuda özgün örneklerimize bakmıyoruz.
Belki de bu yüzden Türkiye’nin insan kaynakları kurumuş vaziyette. Türkiye hemen hiçbir alanda “cevher insan” yetiştiremiyor...
Oysa geçmişimiz, yalnız zaferler açısından değil, insan kaynakları açısından da son derece zengindir...
Şu halde Fatih’ler, Selim’ler, Süleyman’lar, Sinan’lar yetiştirmiş ceddimizin, çocuk eğitimi konusunda, bizimkinden farklı, ama daha iyi metotları vardı...
Daha fazla vakit kaybetmeden bu metodolojinin kaynaklarına ulaşmamız ve güncelleyip çağa taşımamız gerekiyor.
Öncelikle şunu görmek gerekir ki, Osmanlı ailesi ve eğitimi, çocuklara müthiş bir özgüven veriyordu.
Batılı yazarlardan M. de Thevenot, biraz da yadırgayarak bu özgüveni dile getiriyor:
“...Türklerin kusurlarına gelince, son derece azametli, boylu-poslu oldukları için, kendilerini bütün milletlerden üstün tutarlar ve kendilerini yeryüzünün en cesur insanları sayarlar. Dünyayı kendileri için yaratılmış sanırlar. Bundan dolayı da bütün diğer milletleri ve özellikle kendi dinlerinden olmayan Hıristiyan ve Yahudi milletleri toptan küçük görürler.”
Bu yaklaşım, Thevenot’un sandığı gibi “öteki”leri “küçük görmek” değildi elbet, kendini “olduğu gibi” görmekti.
Şimdiki dilde buna “özgüven” diyorlar.
Yani Osmanlı insanı dinine, milliyetine, milletine ve devletine inanıyor, bunlara inandığı için de kendine güveniyordu.
Yılmaz ve yıkılmaz olduğunu düşünüyordu.
Çocuklarını da bu öğreti ile yetiştiriyordu.
Sonuç olarak aile, mektep-muallim ve çevre el ele, Murad, Selim, Süleyman, Sinan gibi “cevher insan”a ulaşıyorlardı.
Bu gerçeği, Batı hayranlarını da etkilemek amacıyla, dilerseniz Avrupalı gezginlerin, yazarların, diplomat ve araştırmacıların eserlerinden aktaralım.
Mesela, “Türkiye Seyahatnâmesi”yle meşhur Du Loir'ın 1650'lerdeki ahlâkımız hakkındaki hükmü şu:
“Hiç şüphesiz ki, ahlâk bakımından Türk siyasetiyle medeni hayatı bütün cihana örnek olabilecek vaziyettedir.”
Bugünkü “siyasi” ve “medeni” hayatımız için aynı şeyi söyleyebilir misiniz?
A. L. Castellan’dan bir tespit:
“Osmanlılar, ihtiyarlara ve çocuklara büyük ilgi gösterirler.”
“Modernleşme-medenileşme” amacıyla “Avrupalılaşma” sendromunun aileden dışlayıp yalnızlaştırdığı “dede” ve “nine”lerin boşluğu hiçbir şekilde dolmuyor...
Çocuklarımız onların yoğun şefkat-sevgi sarmalında yumuşattıkları öğütlerinden ve deneyimlerinden mahrum büyüyor.
Eskiden böyle değilmişiz. Bunu bize Onyedinci Yüzyılda İngiltere’nin İstanbul sefirliğinde bulunan Sir James Porter (ki tam bir İslâm ve Türk düşmanıdır) söylüyor:
“Osmanlılarda çocukların analarıyla babalarına karşı besledikleri hürmet, bilhassa şayan-ı takdirdir. İstanbul’da tabiatın yüzünü kızartacak derecede çığırından çıkmış evlâtlar az görülür...”
Düşünüyorum da, bugün bir yabancı sefirin aynı tarz cümleler kullanmasını pek imkân dâhilinde görmüyorum. Çünkü biz kendi kültür ve medeniyet sisteminden koparılıp boşluğa fırlatılmış bir milletiz.
Sir James Porter’i dinlemeye devam edelim:
“Osmanlılarda anne-baba sevgisi çok kuvvetlidir. Çocuklarda sonsuz bir itaatle birlikte, evlâtlık vazifesiyle alâkadar olabilecek her şeye karşı sarsılmaz bir bağlılık görülür...”
Ne yazık ki, aile dışı bağlarımızdan sonra (komşuluk ilişkisi gibi) aile içi “sarsılmaz bağlılığı” da çoktan kaybettik. “Kuvvetli anne-baba sevgisini” ve “itaat duygusunu” gömdük. “Mürteci” derler korkusuyla arkalarından bir Fatiha bile okuyamıyoruz.
Osmanlı toplumuna hayranlık duygularını dile getiren sadece Sir James Porter değil elbet, pek çok Avrupalı gezgin böyle düşünüyor.
Bunlardan biri de meşhur Fransız yazarlardan Dr. A. Brayer’dir. “Neuf anne'es a Constantinople” isimli eserinde Osmanlı toplumunun sevgi, saygı ve dayanışma ruhundan, yardımseverliğinden, ikramından, çocuklarına düşkünlüklerinden ve insanı minnettar bırakan yardımseverliklerinden uzun uzun söz ettikten sonra işin özüne iniyor ve bütün bu mükemmelliklerin kaynağını açıklıyor:
“Dinin mânen zincirlemiş olduğu hakiki Müslümanlar, ancak onun kendilerine çizmiş olduğu daire dahilinde hareket ediyorlar...”
Yarın devam etmek üzere...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi