Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Zaman ve insan

Zaman ve insan

Hani insanların cumbalı ahşap evlerde oturduğu devirler var ya, o devrin insanı bizden daha dinamik, daha coşkulu, daha ufuklu ve daha umutluydu...
Üstelik rüşvet, vurgun, soygun, aldatma nedir bilmez, “Haram yiyen haramî olur” anlayışı içinde yaşarlardı. Allah’tan sadece “helâl rızık” ister, harama dönüp bakmazlardı.
O kadar ki, halifeliğe talip olan Yavuz Sultan Selim, bu yolu kendisine açacak Mısır Seferine çıkmadan önce, “helâl” ve “haram” konusunda ordusunun hassasiyetini ölçmüş, ancak “kul hakkı”nı gözettiklerini tespit ettikten sonra güvenle yola çıkmıştı.
Kıssa meşhurdur...
Yavuz Sultan Selim, hilafet seferine 5 Haziran 1516 tarihinde çıktı. Ordusuyla birlikte önce Gebze civarında konakladı.
Etraf bağ ve bahçelerle doluydu. Yavuz’un aklına, ordusunun “kul hakkı”na bakışını test etmek düştü. Yeniçeri Ağasını çağırdı ve şöyle bir emir verdi:
“Bütün kapıkulu askerlerinin heybeleri yoklansın. Heybesinden bir elma veya üzüm tanesi çıkan asker, derhal huzuruma getirilsin.”
Askerin heybeleri birer birer arandı. Meyveye benzer hiçbir şey bulunamadı. Yeniçeri Ağası, durumu Yavuz Padişah’a aynen arzetti.
Yavuz Padişah derin bir nefes aldı, rahatlamıştı.
“Allah'ım! Sana sonsuz şükürler olsun ki, bana haram yemeyen bir ordu lütfettin!” diye şükretti.
Yeniçeri Ağasına döndü: “Bu haram yemeyen ordu ile sadece Mısır fethine değil, dünya fethine bile pervasızca çıkarım.”
Sonra da ekledi: “Haram yiyen bir ordu ile hilâfet seferine çıkılmaz!”

Devir, Sultan II. Murad (Fatih’in babası) devri...
Sultan İkinci Murad’a, artan savaş masraflarını karşılamak üzere, âcil para lâzım olunca varlıklı bir aileden gelen sadrazamı Çandarlı Halil Paşa’dan istemiş.
Vezirlerden Fazlullah Paşa, Padişah’ın borç istediğini duyar duymaz huzura koşup, “Kul kısmından borç alınmaz!” diye âdeta çıkışmış Padişah’a, “Padişahlara hazine gerektür! Müsaade buyrulursa size hazine toplayalum.”
Sultan İkinci Murad sakin sakin sormuş: “Nasıl toplayacaksun ey benum vezirum?”
Fazlullah Paşa cevap vermiş: “Ahali (halk) sayenüzde zengincedur, malları-mülkleri çokçadur. Bir yolunu bulup ellerunden almak münasiptur. Böylece hazine tedariki yapmış oluruz. Leşker (asker) gazadan (savaştan) geru kalmaz.”
Sultan İkinci Murad öfkeyle yerinden fırlamış: “Bre Fazlullah!..” diye kükremiş, “Bu nasıl söz söylemektur? Bilmez misun kim bizum mülkümüzde üç helâl lokma var: Bunlardan birincisi madenlerumuzdur, ikincisi vergilerdur, üçüncüsü harp ganimetleridur. Bizum leşkerumuz (askerimiz) gaziler leşkeridur kim kursaklaruna haram lokma girmez. Şol padişah kim leşkerine haram lokma yedurur, (bir padişah askerine haram lokma yedirirse) ol leşker harami (eşkıya) olur. Haraminin sebati yoktur. Bir küçük zorluk gördükte firara kadem basar. (zoru görünce kaçar). Biz leşkerumuze haram lokma yedurmezuz. Söyledüklerun duymaz olam.”
17. Yüzyılda yaşamış meşhur Fransız düşünür Montaigne, “Mısır'ı aldığında Şam şehrini bolluk ve güzellikle saran eşsiz bahçelere askerlerden hiçbirinin eli değmemiştir” diyor.

Devir Sultan Üçüncü Murad devri...
Rivayete göre, İsfendiyaroğullarından Şemsi Paşa, (Türbesi Üsküdar sahilinde kendi adını taşıyan semttedir) vaktiyle Kastamonu havalisinde hüküm sürerken Osmanlılar tarafından fethedilen ülkesinin intikamını almak için plânlar yapmış, sonunda devletleri içten kemiren en amansız hastalık olarak rüşveti Osmanlı Devleti’ne bulaştırmaya karar vermiş.
Ve bir bahane ile Sultan Üçüncü Murad’a, seferde kullanılmak üzere, kırk bin altın vermiş. Huzurdan çıkınca sevinerek söyledikleri korkunç bir ibret tablosudur:
“Bugün ceddim İsfendiyaroğullarının (Kızıl-Ahmetlu olarak da bilinir) intikamını Al-i Osman’dan (Osmanlılardan) aldım. Anlar bizim ocağumuza su kodukları gibi, ben dahi anların ocağını söndürecek bir başlangıç düzenledim. Kırk bin altınlık büyücek bir lokmayı yutturdum. Bundan sonra bunlar rüşvet almaktan baş alamazlar ve rüşvet ilen devletleri sebat bulmaz!”
Nitekim bulmadı da...

Devir, Yavuz’un oğlu Kanunî Sultan Süleyman devri...
Sadaret (başbakanlık) makamında Hırvat asıllı meşhur Kehle-i İkbal Damat Rüstem Paşa (Kanunî’nin kızı Mihrimah Sultan’ın kocası) oturmaktadır.
Eski Osmanlı kaynaklarında bu zat “İbtida ebvab-ı rüşveti fetheden=devletin kapılarını rüşvete ilk açan” sadrazam olarak anılır. Hatta tarihçi Peçevi, Rüstem Paşa’yı, “Vazıı irtişa=rüşvet koyucu” ve “mücid-i bünyan-ı rüşvet” (rüşveti icad eden devlet adamı) olarak anar.
Buna rağmen hayır eseri vücuda getirme anlayışı Osmanlı insanının içine öylesine işlemiştir ki, tarihçilerin “iyi adam” saymadığı Rüstem Paşa bile çok sayıda hayır eseri yaptırmıştır. Biri Tekirdağ'da, öbürü İstanbul'da olmak üzere, kendi adını taşıyan iki de camisi vardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi