Yunus Vehbi Yavuz

Yunus Vehbi Yavuz

İmam Azam’ın “El-Fıkhu’l-Ekber” Tercümesinde tah

İmam Azam’ın “El-Fıkhu’l-Ekber” Tercümesinde tah

İmam Âzam’ın asıl adı Numan, künyesi Ebû Hanife’dir. Hanefi Mezhebinin kurucusu olan Ebû Hanife, bugün ki Irak ülkesine mensup olup Bağdat şehrinin temel atma merasiminde de bulunmuştu. Dolayısıyla onu Bağdat’ın kurcularından biri olarak da değerlendirebiliriz.

Ebû Hanife’nin kuruculuğu sadece bunlarla kalmaz, belki İslam hukuk düşüncesinde Akıl Mektebi’nin de kurucusu ve en kuvvetli temsilcisidir.

Ebû Hanife’nin bıraktığı eserler, onun öğrencileri ve binlerle ifade dilen içtihadi düşünceleridir. Ebû Hanife, hayatta iken kendisi kitap yazmamıştır. Belki öğrencileri aracılığı ile bize kadar itikal etmiş bazı risaleleri vardır. Bu risaleler de: el-Âlim ve’l-Müteallim, el-Vasıyye, el-Fıkhu’l-Ekber, Vasıyetü Ebi Habifete Li Ebi Yusuf b. Halit Es-Semtî, Vasıyyetü Ebî Hanifete Li Ebi Yusuf, Vasıyyetü Ebî Hanifete Libnihi Hammad adlı risalelerdir. Bu risalelere Münebbihat Ale’l-Umuri’l-Vacibat adlı kitabı izafe edenler de vardır. Bu risaleler tek kitap halinde bir arada bazı müellifler tarafından tercüme dilerek yayınlanmıştır. Prof. Dr. Mustafa Öz hoca bunlardan biridir. Bu fakir de anılan risaleleri Münebbiht’ı da ekleyerek “Vasiyetler” adıyla Türkçeye tercüme etmiş olup son günlerde dördüncü baskısı Feyiz Yayınları tarafından yayınlanmak üzeredir.

Ebû Hanife’nin “El-Fıkhu’l-Ekber” adlı eserinin Aliyyu’l-Kari şerhi bundan yaklaşık otuz yıl önce tarafımızdan tercüme edilmişti. Bu tercümenin günümüze kadar çeşitli baskıları da yapılmıştır.

Anılan kitabın tercümesine yöneltilen, -bir tenkit demeyeceğim- belki bir yerme bir karalama olgusuna bu vesile ile işaret ederek aziz okuyucuları aydınlatmak isterim.

Bir internet sitesinde yayın yapan bir yahoo gurubu ([email protected]) bu kitabı konu alarak acımasız bazı ithamlarda bulunmuşlardır. Bu iddia ve itham olgusu, aynı zamanda, Türkiye’de ilahiyat alanına intisap eden bir kısım kardeşlerimizin İslam ahlakı çerçevesinde, olaylara nasıl yanlış yaklaştıklarının resmidir. Kamil ilahiyat mensuplarını bundan tenzih ederim.

Her şeyden önce, yapılan işin Allah rızası ile ve her hangi bir Müslüman’ın bir yanlışını düzeltmekle uzaktan ve yakından alakası yoktur. Belki itham ve karşı tarafı küçük düşürme, kötüleme söz konusudur.

Çünkü Allah rızası için yapılan iş, o işte uygulanan metottan belli olur. Bir kimse şayet bir yanlış yapmışsa, diğer Müslümanların ona karşı tutum nasıl olmalıdır? İslam ahlakı ve İslam âdabı neyi emreder? Hemen saldırıya geçmeyi mi, yoksa hatayı yaptığına inanılan kimseyi arayıp bulup bu yanlışı kendisine hatırlatıp düzeltmesini istemek suretiyle ona yardımcı olmayı mı emr eder?

Bu konuda ki İslam ahlakının ölçülerini bilmeyenlerin, ya da bu ölçülere riayet etmeyenlerin bu alanda söz söylememesi gerekir. Zira İslam güzel ahlak demektir. Ahlakı çirkin olan birinin İslam adına bir hatayı düzeltmesinden söz etmesi düşünülebilir mi? Böyle kimselerin önce kendi hatalarını ve ahlaki yapılarını düzeltmeleri gerekir.

Maalesef, kendini dini alanda hami ve söz sahibi gibi kabul eden bazı kesimler bu hatayı hep yapıyorlar. Onlar zemzem suyu ile yıkanmışlardır, başkaları kirlidir. Onlar hatadan korunmuşlardır, başkaları hata içindedir. Onlar hidayettedir, başkaları sapık yoldadır. Onlar iyi niyetlidir, başkaları kötü niyettedir. Onlar bilir, başkaları bilmez.

Esasen ben bu durumu son derece üzülmekte olduğumu ifade etmek isterim. Acaba bu insanlar biraz olsun, İslam ahlakından nasip almayı hiç düşünmezler mi? Bunlar masumiyet fikrini nereden almışlardır? Allah’tan özel bir bilgi mi alıyorlar? İslam adına bu insanlara hidayet belgesi, yanılmazlık vesikası mı verilmiştir?

İthamda bulunan site gurubunun koyduğu başlık ise şöyle: “….İmam-ı Azam'ın Fıkh-ı Ekber'inde Nasıl Tahrifat Yapıldı” Bu başlıktan sonra söze şöyle başlanıyor: “İmam Ebu Hanifeye (radıyallâhu anhu) ait olan "Fikhu'l Ekber" kitabı için Molla Aliyyu'l Kari’nin yaptığı şerhini (açıklamasını) Yunus Vehbi Yavuz tercüme ederek Çağrı Yayınlarının yayımlamış olduğu bu kitap tahrifat (değiştirmeler) ve tercüme hataları içermektedir.”…. Dolayısıyla Çağrı Yayınlarının yayımlamış olduğu bu tahrifat ile tercüme hatalarının yapıldığı "Fıkh-ı Ekber Şerhi"nden sakınılmalıdır.”

Bu ifadelerden anlaşılan mana şudur: Çağrı Yayınları tarafından yayınlanan ve yukarıda adı geçen kitapta mütercim Yunus Vehbi YAVUZ tahrifat yapmıştır. Yani metni kasten değiştirmiştir ve tahrifata göre mana vermiştir; dolayısıyla kelimelere yanlış mana vermiştir.

Şunu ifade etmek gerekir ki, bir metnin tercümesinde yanılma olabilir, yanlış yapılmış da olabilir. Herkes yanılabilir, en büyük âlimler bile yanılmışlardır ve yanılabileceklerini ifade etmişlerdir. Hatta yanılgılarını ortaya koyanlara teşekkür ederek yanlışlarından peşin olarak döneceklerini ifade etmişlerdir. Biz de buna aynen katılıyoruz.

Ancak, bu yazıdan böyle bir koku çıkmıyor. Yanılmadan bahsedilmiyor, belki tahriften, kelimeleri değiştirmekten, manayı bozmaktan, kelimelere yanlış mana vermekten söz ediliyor. Yazıklar olsun…

İslam ahlakı nerede, bu gibi zavallı insanlar nerede? Şayet kitabın tercümesinde bir yanılma varsa, şimdi bu ifadelerle o hata düzeltilmiş oluyor, mesele halledilmiş oluyor mu?

— Hayır.

Belki, tercümede itiraz edilen nokta gösterilip de “bu ifadeyi ben böyle anlıyorum, siz şöyle anladınız”, “acaba doğrusu hangisidir?” Mi demek gerekir. Usul bakımından son derece yanlış ve kitabın mütercimini itham eden korkunç cahili bir anlayış sergileniyor. İslam’daki hoşgörü bu mudur?

Tenkit değil ki ben buna tenkit desem... Zira tenkitte konunun iyi ve kötü yönleri tarafsız bir şekilde ortaya konur. Peşin olarak karşı taraf mahkûm edilmez. Bu tutum, siyasi partilerde öteki partinin bir zellesini fırsat bilerek alabildiğine ona saldırmaya benziyor. “Hah, işte yakaladım, bak falan müellif, filan tahrifatı yaptı.” demek İslam ahlakı ile bağdaşır mı?

Anılan sitede yayınlanan ithama cevap vermek istemiyoruz. Ancak, yaptığımız tercümenin doğru, sözlüklerde karşılığı olan bir tercüme olduğunu ifade etmeliyiz. Üç nokta üzerinde yoğunlaşıyor bu itham… Biri metinde geçen “Müşakele..” kelimesidir. Tenkidi yönelten zat, bu kelimenin Türkçesini söylemiyor, belki Arapça ifadeyi aynen naklediyor. Arapça ifadeyi nakletmek tercüme olmaz ki. Bizim kitabı tercüme etmekten maksadımız Trüklerin bu ve benzeri ifadeleri anlamasıdır.

Lütfen sözlükteki anlamına bakarak tercüme edilirse, bizim verdiğimiz mananın buna tam uygun olduğu görülecektir. Efendim, bu kitap Türkçeye tercüme edilmemelidir, şeklinde itiraz edilirse o başka… Biz kitabı tercüme etmekten yola çıktık ve kelimeye Arapça sözlüklerdeki manasının Türkçedeki karşılığını verdik. Bir kimse verilen manayı kabul etmeyebilir, fakat asla bu ifade tahrif edilmiştir, diyemez. Bunu derse müfteri olur ve iftira günahını kazanır. Bu da en büyük günahlardan biridir.

“Allah arş üzerinde istiva etti…” âyetine gelince, istiva kelimesini aynen almak tercüme değildir. Biz bu kelimeyi Arapça sözlüklerdeki manasına göre tercüme ettik. Arapçada istiva kelimesi = Bir şey üzerine çıkmak, bir şey üzerinde istikrar etmek demektir. Arapçada “Fulanun İsteva ale’l-Kürsiyyi” denilince bundan, falanca sandalye üzerine oturdu, manası anlaşılır. İşte biz de buna oturmak dedik. Durmak da denilebilir. Fakat Allah’a izafesi noktasında durmakla oturmak arasında bir fark yoktur.

Ebu Hanife bu kelimeye Türkçe bir mana vermedi ki, ben verdiğim bu mana ile onun ifadesini tahrif etmiş olayım. Arap olan Ebu Hanife “istiva” der, başka bir tevil yapmaz. Onun metodu, yolu budur. Fakat Türkler ve başka milletler için bu kelimenin o dilde ki karşılığını mutlaka vermek gerekir.

Tahrifat iddiasında bulunan sevgili kardeşim, kitaptaki ilgili metnin az yukarısında geçen “vech” = yüz, “yed” = el kelimelerinin tercümesine itirazda bulunmayıp sadece istiva kelimesine takılması da ayrı bir garabet… Yapılan işte hedef itham etmek ve karşı tarafı küçük düşürmek olunca böyle tutarsızlıkların olması gayet tabiidir.

Bir başka nokta da adı belli olmayan yazarın bu hakiri Vahhabilerin etkisi altında kalmakla, onlara meyilli olmakla itham etmesidir. Bilmeden konuşmak Kur’an’a göre en büyük günahlardan biridir. (Bakara, 169) Bendelerini tanımadan, kitaplarını okumadan ve fikirlerini araştırmadan, kulaktan dolma sözlere dayanarak itham altında bırakmak bir Müslüman’a hiç yakışır mı? Şunu açıklıkla ifade etmek gerekir ki; bizim yolumuz Allah, Resulullah, Hz. Ömer ve Ebû Hanife’nin yoludur. Bizi bu yoldan başka bir yola nispet edenler hata ederler.

Bu tutumu ile isimsiz bu zat, bilimsel ve İslamî anlamda bir iş becermemiş, belki kendi nefsini rahatlatmış ve tarafgirlik düşüncesini beslemiştir. Yüce Rabbimden bu gibi nefse hoş gelen işlerden bizleri ve bütün Ümmet-i Muhammed’i korumasını niyaz ediyorum.

Aziz kardeşlerim, bu davranış biçimi İslam’a uymaz. Böyle tutumları bırakmalı. Ben yanlış yapmış da olabilirim. Fakat benimle direkt muhatap olunsaydı ve gerçekten bir hata tespit edilmiş olsaydı, anında düzeltilmesi mümkündü. Fakat üzerinden kim bilir belki uzun bir zaman geçtiği halde, benim bu yazılanlardan maalesef haberim olmadı. Ancak bu hafta bir dostumun haberi ile meseleye vakıf olmuş oldum.

Bunca Müslüman’ın ve bunca insanın zannını yanıltmakla, bu zat, Allah katında sorumlu olduğunu, benim kendisinde hakkım kaldığını ve bunun mahşerde bir hesaplaşmasının olacağını hiç hatırına getirmiş midir?

Menkıbe kitaplarında anlatıldığına göre; Fıkh-ı Ekber metninin yazarı, hocaların hocalarının hocası, oğlu Hammad’ı başkaları ile dini konularda tartışmaktan yasaklamıştı. Oğlu babasına itirazda bulunarak şöyle demişti: Baba, sen tartışıyorsun, bizi neden bundan sakındırıyorsun? Baba Ebu Hanife şöyle cevap vermişti: Biz tartışırken, başımızın üstünde kaçmasından korktuğumuz sanki bir kuş varmış gibi, hasmımızın imanının uçmasından korkardık; dolayısıyla konuşmalarımıza dikkat ederdik; gerçeğin ortaya çıkması için özen gösterirdik. Siz ise tartışırken arkadaşınızın kaymasını, sapıklığa nispet edilmesini istiyorsunuz. Bunu yapmak ise caiz değildir; onun için sakındırıyorum.

Bir örnek de merhum Prof. Dr. Muhammed Hamidullah Hocamızdan bir hatıramı nakletmek istiyorum. Bendeniz çok genç denecek yaşta, “İslam’da Zekât Müessesesi” adıyla ilk telif kitabımı yayınladığım zaman kendisini, kalmakta olduğu İstanbul’da Türbe civarında ki Sipahi Palas Otelde ziyaret ederek bu kitaptan bir nüsha hediye etmiştim. Birkaç gün sonra mukabil ziyarete gelerek bu fakiri yerinde bulamadı ve bir mektup bıraktı. O mektubu hatıra olarak saklamıştım uzun süre, fakat kaybettim. Mektupta kitaba layık olmadığı övgüyü yazdıktan sonra, bazı eksik taraflarına da işaret ederek düzeltilmesini ve bazı konuların kitaba eklenmesinin uygun olacağını tavsiye etti. Mektubun sonunda adının başına “el-Fakir ilellah Muhammed Hamidullah” ibaresini yazdıktan sonra imzasını attı. Bu iki örnek karşı fikre nasıl davranılacağı hususunda ders veriyor. İşte İslam ahlakı, işte İslamî tenkit…

Yüce Rabbimden niyazım, anlayışlı, insaflı ve iyi niyetli tenkitçiler ihsan etmesidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yunus Vehbi Yavuz Arşivi