Muhsin Meriç

Muhsin Meriç

Türkiye-AB ilişkisinde son nokta...

Türkiye-AB ilişkisinde son nokta...

Geçen hafta, AB Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn, “Türkiye, birliğe üye olmak istiyorsa basın ve ifade özgürlüğü ile sendikal haklar gibi alanlarda birçok iş yapmalı” dedi. Ayrıca, Türkiye’de, AB üyeliği sürecine dair kuşkuların arttığını söyleyen Rehn, bu kuşkuları ortadan kaldırmak için, AB’nin de çok çalışması ve samimi olması gerektiğini belirtti.
Tüm bu ifadeler, “Yine aynı noktaya mı dönüyoruz?” sorusunu gündeme getirdi.
Aslında güneşin altında pek de yeni bir şey yoktu: Prof. Beril Dedeoğlu 2005’te yazdığı bir makalesinde Türkiye-AB arasındaki bu değişmez ilişki biçimini şöyle özetler: “Türkiye’nin AET, AT ve AB evrelerini geçiren Avrupa bütünleşmesine dahil olma arzusunun son yıllara kadar bilinçli, programlı ve azimli bir evrim göstermediği bilinmektedir. Yine bilinmektedir ki, Avrupa da Türkiye’yi bu bütünleşmesinin değişmez parçası, vazgeçilmez üyesi olarak değerlendirmemiştir. Her iki taraf da, yıllarca birbirlerine iş ortağı ve güvenlik müttefiği biçiminde davranmışlardır.” (Dünden Yarına Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri, Siyasa, Yıl 1, Sayı 1, Haziran 2005)
Karadeniz Teknik Üniversitesi’nden Gökhan Koçer’in bu yılbaşında yaptığı şu tespitler ise mevzuyu anlamak için okunmaya değer: “Türkiye'nin AB politikasındaki göze çarpan unsurlardan birisi, AB'yi ‘statik’ bir yapı olarak gören algılamadır. Oysa Türkiye'nin, tamamlanmış ve mükemmel bir olgu ile karşı karşıya olmadığı bir gerçektir. AB bir bitmemiş senfoni görüntüsü vermektedir. Bununla birlikte, AB'nin dinamik bir süreç ve yapı olarak kabul edilmesi gerekmektedir. Bu kabul, Türkiye'nin AB'yle ilişkilerine belli bir esneklik getirebilecektir. Bu esneklik içerisinde, AB ile olan ilişkilerini sürekli bir müzakere süreci olarak algılamak da, Türkiye açısından kolaylaştırıcı bir etken olabilecektir. AB'nin ‘oluşum halinde olan bir proje’ olduğunu kabul etmek ve Türkiye'nin ‘oluşmakta olan bir topluluk’la ilişki içinde olduğunu düşünmek, AB-Türkiye ilişkilerinin kavranılışını önemli ölçüde zenginleştirecektir. Aynı durum AB açısından da geçerlidir. Bu anlamda, Türkiye'nin 1963'te Ankara Antlaşması'nı yaparken ilişki kurduğu Ortak Pazar ile Maastricht Anlaşması'ndan sonra ilişki kurduğu AB çok farklı nitelikte olgulardır. Dolayısıyla, bu farklılıklar, Türkiye'ye karşı ileri sürülen koşulları da farklı kılmaktadır. 1963 Ankara Antlaşması'nı imzalayan Türkiye ile 2000'li yılların Türkiyesi, oldukça farklıdır. AB'yle kırk yıllık hukuku olan Türkiye, 1963'de ‘ortak’ olarak tanınmışken, 1999'da Helsinki Zirvesi'nde ‘aday’ ilan edilmiştir. Denilebilir ki, temel hak ve özgürlüklerin varlığı ve demokrasinin en önemli ölçütü olan ‘katılım’ı sağlayıcı düzenlemeler açısından 1961 Anayasasına sahip bir Türkiye'nin, 1963'de ortaklığa kabul edilmesi çok daha kolay olmuştur. 2000'li yıllarda ise, üyeliğinin gerçekleşmesi tartışmalı, hatta çok zor olan bir Türkiye söz konusudur.” (Türkiye’nin AB Politikası: Uluslararası ilişkiler açısından bir analiz, International Journal of Economic and Administrative Studies, Kış 2009)
Bazı kesimlere göre Türkiye için AB geri dönülemez bir tek yönlü yoldur. Görünebilen gelecekte, Türk dış politikasında, Avrupa'nın bugünkünden daha önemsiz bir duruma geleceğine ilişkin hiçbir işaret yoktur. Tersine, AB'nin yapılanmakta olan uluslararası sistemin temel aktörlerinden biri olması söz konusudur. Bu yapılanma, Türkiye'nin de kendisini daha net bir biçimde ifade etmesini hem zorunlu kılmakta, hem de bunun için gereken ortamı sağlamaktadır.
Türkiye Avrupa’yı dönüştürecek kadar iddialı, Avrupa içinde söz söyleyecek kadar sağlam temellere dayalı, tarihi ve kültürel birikime sahip bir ülkedir ve stratejik olarak da Avrupa’nın uluslararası stratejik etkisini artırabilecek bir yapıdadır. Avrupa’da her aydın ve her siyasetçinin bu gerçeği görebilecek yahut algılayabilecek kadar derin olmadığı anlaşılmaktadır.
“Avrupa Birliği bir kimlik mi bir proje mi?” yahut “Kimlikleri tersyüz eden bir proje mi?” soruları iç siyasetteki sorunların temelidir. AB ülkelerindeki Türkiye algılamaları Türkiye’ye karşı politikaların yönünü belirlemektedir. Türkiye-AB ilişkileri küresel, bölgesel ve ülkelerdeki aktörlerin tutumlarına göre şekillenmektedir. Bu çok boyutlu ve çok katmanlı ilişki hem sağlam hem de çok kırılgan parametreleri içinde barındırmaktadır. Bunun için bazen küçük bir sorun hayati bir kırılmaya sebep olabilmektedir.
Türkiye bölgedeki etkinliğini artırdıkça AB için vazgeçilmez olurken, AB küresel gücünü artırdıkça Türkiye için tehlikeli hale gelmektedir. Aktörlerin algılamaları ve iç siyasi dengeler manevra alanını kimi zaman çok daraltmaktadır. Bu açmazın getirdiği çıkmaz önümüzdeki yılların esas problemi olacak gibi görünmektedir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Muhsin Meriç Arşivi