Muhsin Meriç

Muhsin Meriç

Vefatının 50. yılında Bedîüzzaman

Vefatının 50. yılında Bedîüzzaman

Bu sene Bedîüzzaman Hazretleri’nin vefâtının 50. yılı. Yarım asır önce âhirete giden Üstad’ın eserleri ve dâvâsı hâlâ dipdiri ve her geçen gün ders halkası genişliyor. Bugün, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı çıkıp kürsüde “Bedîüzzamansız bir Türkiye’nin maneviyatı eksik kalır” diyor. Yine bugün, milyonlar bu eserlerle maneviyatını tamir ve inşâ ediyor ve pek çok üniversitede hakkında tezler yazılıyor.
Bu vesileyle geçen hafta başladığımız mevzumuza, bu hafta da devam ediyoruz...
Bedîüzzaman Hazretleri, hizmetine başladığı vakit memlekette çok büyük bir manevi tahribat yaşanmakta idi. Din eğitimi yasaklanmış, iman ve İslâmiyet aleyhinde propagandaya başlanmış, pek çok âlim ve fazıl kişiler değişik yollarla susturulmuş, inananlar büyük bir şiddet ve baskıya maruz kalmış, dinde reform adı altında İslâmî şeair ve temeller değiştirilmeye başlanmış ve Avrupaî bir toplum oluşturmak için pek çok cebrî icraatlar topluma dikte edilmişti.
Bedîüzzaman Hazretleri gerek bu tahribatın önüne set çekebilmek için ve gerekse bu problemin kaynağı olan maddeci ve tabiatçı felsefe ile ilmî ve fikrî sahada mücadele edebilmek için, bütün mesaisini iman hakikatlerinin isbatına, dinsiz felsefelerin çürütülmesine ve İslâm’ın başlangıcında olduğu gibi yeniden başta iman esasları olarak dinin en temel meselelerinin takviyesine sarfetti. Bunun için siyasi ve sosyal hayattan tamamen çekilerek kendini Kur’ân’a verdi. 23 sene müddetinde (1926-1949) Kur’ân’dan aldığı nurlarla 130 risaleyi yazarak bütün mühim iman ve Kur’ân hakikatlerini, hattâ en muannide karşı dahi parlak bir sûrette isbat etti.
Üstad Hazretleri’nin “Benim fikrimin ürünü değil, Kur’ân’dan ilhamen yazdırılmıştır..” dediği bu yeni Kur’ân tefsirine, Risâle-i Nûr Külliyatı denilmektedir. Kendi ifadeleriyle Risâle-i Nûr, “tabiattan gelen küfür fikrini dirilmeyecek bir sûrette öldürmüş ve küfrün belini kırmıştır. Bu asrın insanının anlayışına hitap eden bu dersler, hakikat noktasında ve ilmen küfre karşı kesin bir zafer kazanmıştır.” Bunun en büyük bir delili, bütün dinsiz felsefeleri çürüttüğü halde, dinsizlerin bir tek risaleye dahi bir reddiye yazamamalarıdır.
1925-1950 arasında estirilen dehşet, korku, baskı ve sindirme havası neticesinde memlekette din eğitimi ve Kur’ân öğretimi, neredeyse tamamen duracak bir hâle gelmişken; Üstad Bedîüzzaman ve talebeleri, bunun bir istisnasını teşkil etmiştir. Üç defa hapis yatması, defalarca sürgüne gönderilmesi, sürekli bir baskı ve gözetim altında tutulmalarına rağmen, Nur Risâleleri elden ele Kur’ân harfleriyle ve el yazısı ile evlerde gizlice çoğaltılarak memleketin her tarafına neşredilmiş, âdetâ evler birer nûr medresesi olmuş, her bir Nur talebesi, evini Kur’ân öğretimine açarak, küçük büyük demeden, insanlara Kur’ân ve yazısı öğretilmiş, Risâle-i Nûr’lardaki kuvvetli iman dersleri ve ehl-i sünnet itikadı doğrultusunda bir şuur ve sünnet üzere yaşayış öğretilmiştir.
Âdeta bütün memleket bir Nur Medresesi olmuştu. Daha 1947 yılına gelindiğinde Afyon Mahkemesi esnasında savcı, iddianamesinde 500 bin talebesi var diyordu. Hareket 1950’den sonra üniversite talebeleri içinde de hızla yayılmaya başladı.
Bedîüzzaman Hazretleri’nin ve talebelerinin bu gayretli çalışmalarının neticesi olarak, 1950 sonrasında toplumsal hayatta da bariz bazı değişiklikler yaşanmıştır. Ayrıca toplumdan gelen din eğitimi talebinin artan baskısı karşısında İmam-Hatib Liseleri ve İlahiyat Fakülteleri açılmıştır. 1930’larda ezanı Türkçe okuma mecburiyeti getirilmişken, 50’den sonra tekrar aslına dönmüştür. Üstad Hazretleri’nin mühim hizmetlerinden birisi de Kur’ân harfleriyle okuyup yazma faaliyetini talebelerine emrederek Kur’ân harflerinin unutulup kaybolmasını engellemiştir. Kendisi bütün eserlerini Kur’ân yazısıyla yazdırmış ve talebelerine de “Risâle-i Nûr Talebesinin en ehemmiyetli vazifesi, onu yazmak ve yazdırmaktır” diyerek Risaleleri elleriyle yazmalarını emretmiş ve Risâle-i Nûr’un mühim bir vazifesinin Kur’ân yazısını muhafaza etmek olduğunu mükerreren bildirmiştir. Bunun neticesi olarak nur talebeleri, eski alfabeyi okuyup yazabilmekte ve bunu herkese öğretmeye yönelik çalışmalarına devam etmektedirler.
Üstad Hazretleri’nin iman, Kur’ân, şeair ve sünnet-i seniye üzerine yaptığı çalışmalar netice vermiş ve artık Türkiye’nin İslâmî kimliği silinmeyecek bir surette sabit olmuştur.
Risâle-i Nûr sadece Türkiye’deki Müslümanların problemlerini çözmek üzere yazılmış bir eser değildir. Belki umum âlem-i İslâm’ın ortak manevi yaralarına merhemler sunan ve istikbalde parlayacağı vaad olunan bir İslâmî medeniyetin ve ittihad-ı İslâm’ın formüllerini de ihtiva eden bir eserdir.
Haftaya devam edeceğiz inşaallah...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Muhsin Meriç Arşivi