Prof. Dr. Şaban Şimşek

Prof. Dr. Şaban Şimşek

Yükseköğretimde reform nasıl yapılır? (1)

Yükseköğretimde reform nasıl yapılır? (1)

Kendimizi gündemin akışına kaptırmış gidiyoruz. Temel konuları bir kenara bıraktık, dönüp baktığımız yok; giderek büyümekteler. Üstelik bilgi-iletişim çağının o hengâmeli çarkında, neredeyse her gün bir yenisi ekleniyor bunlara.
Oysa biz önümüze ge(tiri)len meseleyi halledersek sorunları çözebileceğimizi zannediyoruz. Gündemdekilerin, temel konuların zamanında çözül(e)memiş olmasından kaynaklandığının farkında değiliz. Hep bekliyoruz ki birisi bir şeyleri gündeme getirsin-tartışsın da biz de ortak olalım.
Dahası, bizim istemimiz dışında geliş(tiril)en bu yapay gündemin içine öylesine giriyoruz (ya da itiliyoruz) ki iş fikir tartışmasının da ötesine geçiyor. Ne kadar karşıt tavır ya da sert davranış sergilersek o kadar iyi iş yapmış; mesela Cumhuriyeti, vatanı veya bir ideolojiyi-dini savunmuş, yüceltmiş oluyoruz kendimizce. Oyunun farkına var(a)madan memleket meselelerine katkıda bulunduğumuzu zannediyor, vicdanımızı rahatlatıyoruz(!). Tabii, bu arada gündemi belirleyenlerin, yani bize sormadan hayatımıza yön verenlerin bizi esir aldığının farkına bile var(a)mıyoruz.
Doğru, yani 17 yaşında hayatının baharındaki Buse’nin, 12 yaşındaki o küçücük Ceylan’ın, 47 günlük evli üsteğmen eşi Pınar’ın ölüm trajedyasını ya da henüz yirmisinde vatani görevi için, belki de daha önce resimlerde bile görmediği çetin dağlarda kalleş kurşunlara hedef olan Mehmetçiğin annesinin, yanlış yoldadır-yanlış yerdedir-PKK’lıdır-dağdadır vesair ama nihayette öz oğlunu-civanını kaybeden Kürt annenin gözyaşlarını görmemek ve gazetede bir yerin de varsa değinmemek mümkün değil elbette. Buna referandumu ve benzer diğer konuları da ekleyebilirsiniz. Ama herkesin aynı noktaya bakması, aynı konuyu işlemesi, tüm enerjisini günlük değerlendirmelerle kolay çözülecek gibi görünmeyen belli konular için harcaması acaba ne derece doğru?..
Kanımca çok da doğru değil bu. Hem böyle davranışlar terör dediğimiz şeyin ekmeğine yağ sürmüyor mu?.. Bu bakımdan ben bugüne kadar şehit olan tüm insanlarımıza rahmet, onların ve diğer ölenlerin ailelerine sabırlar diliyor ve okuyucudan da özür dileyerek biraz etrafımıza bakınmak istiyorum. Önümüzdeki 7-8 haftaki konumuz, yazının girişindeki “kenarda unuttuğumuz ya da unutturulduğumuz meseleler” diye sözünü ettiğim konulardan biri olan Yükseköğretim ve Yükseköğretim Kanununa dair olacak.
Hakikaten unuttuk; bir zamanlar Yükseköğretim Kanunu diye bir mesele tartışılıyordu bu ülkede. Gerçi gündeme geldiğinde her zaman fırtınalar estirmiştir memlekette bu konu ama 2003 yılındaki, doğrusu tam da “yeri yerinden oynatan” cinstendi. Neredeyse (aslında zaten planlanmış olan) bir askeri darbenin fitilini ateşliyordu. (Trafiği ters yönde akan ülkede otobanda giderken, radyodan bir aracın yanlış yolda gittiği anonsunu duyan bizim Karadenizlinin dediği gibi; “ula ne birisi, hepisi hepisi!” Yani bu plânlar ve bunları planlayanlar bir tane değildi ki!)
Hiç kimse ilgisiz kalmamıştı konuya; asker-sivil, iş adamı-bürokrat, dernekler-STK’lar, okumuş-okumamış yerli-yabancı hemen herkes. Ülkenin bir numaralı ve aynı zamanda tek konusu olarak ele alındı. Onunla yatıp kalktık; konuştuk, tartıştık, bir araya geldik, ayrıldık aylar boyunca; memleketi kurtardık-sattık, cumhuriyeti koruduk-yıktık!..
Neler söylenmedi, neler yazılmadı, neler yapılmadı ki o zamanlar… Hepsini değil binde birini bile buraya almanın imkânı yok. Ama o zaman ülkenin önüne konan bu temel soruna “kimler, ne kadar, ne şekilde dahil olmuş ve daha sonra bu, sanki mesele hallolmuş gibi nasıl gündemden düş(ürül)müş” meselesine açıklık getirmek üzere üç-beş başlık sunmak istiyorum. “Nasıl bir Üniversite Kanunu?” konusunu bu hatırlatmayı yaptıktan sonra inşa etmeye çalışacağım.
YÖK’le ilgili Kanunu (2547) değiştirme teşebbüsü 2003 yılında oldu… Milli Eğitim Bakanlığı’nda böyle bir çalışmanın başlatıldığı haberleri duyulur duyulmaz, anında “klasik ön kesme, belli odaklara örtülü çağrılar yapma, 12 Eylül’e zemin hazırlıklarına benzeyen kışkırtma-karıştırma faaliyetleri” başladı. Ve tabii, bütün bunlara karşı, çok güçlü olmasa da Hükümet yanlısı bazı savunma çabaları.
İşte işin safahatı:
- 03.06.2003, Hürriyet; Oktay Ekşi: “MEB Müsteşar Yardımcılığına bir göz hastalıkları uzmanı tayin ederseniz (beni kastediyor, ŞŞ), kimse sizin ehliyet, liyakat ve dürüstlüğü esas alan bir politika izlediğinize inanmaz.” (Oysa mevcut kanun da bir çocuk hekimi olan İhsan Doğramacı tarafından hazırlanmıştı ve bu durum sayın eski tüfek yazar tarafından hiç de dile getirilmiyordu. Üstelik ben göz hekimi sıfatıyla değil üniversite öğretim üyesi kimliğimle oradaydım. ŞŞ)
- 04.07.2003, Cumhuriyet: “Hedef Atatürkçü yöneticiler.”
- 04.07.2003, Milliyet; KOÇ Holding Yönetim Kurulu Üyesi Kıraç’tan Gürüz’ün mücadelesine destek.
- 07.07.2003, Yarın Gazetesi: “AKP türbanın önünü açıyor.” (Oysa taslağa böyle bir madde hiç koymadık. Gereği de yoktu zaten. Çünkü bunu yasaklayan bir kanun maddesi mevcut değil. ŞŞ)
- 07.07.2003, Vakit; Başbakan: “Herkes haddini bilsin”
- 10.07.2003, Hürriyet: “Reform değil yıkım taslağı.”
- 10.07.2003, d.b.Tercüman: “Yükseköğretim Komiserliği sallanıyor.”
- 11.07.2003, Milliyet, Abbas Güçlü: “Hükümet’in YÖK beceriksizliği.”
- 11.07.2003, Posta, M.Ali Birand: “YÖK’ü ertelemek doğru bir adım.” (Sayın Birand’a şimdi “Yeterli süre oldu mu?” diye sorsak ne der acaba?, ŞŞ)
- 15.07.2003, Posta, K.Alemdaroğlu: “İktidarlar geçicidir.” (O zamanın İstanbul Üniversitesi Rektörü, şimdinin Ergenekon sanığı, ŞŞ)
- 21.07.2003, Takvim: “YÖK’e Asker Freni: Genelkurmay da YÖK Yasasına karşı. İşte gerekçeler: 28 Şubat önlemlerini ortadan kaldırıyor, irticacı öğretim üyelerine kucak açıyor.” (Bunlardan birinin bizzat ben olduğumu yıllar sonra usta gazeteci Şamil Tayyar’ın ortaya çıkardığı bir belgeden anladık; bir kurmay albayın hazırladığı irticacı yüksek bürokratlar(!) listesinde idim çünkü).
- 28.07.2003, Eyüp Fatsa, Milliyet: “İmam Hatiplerin önünü açacağız.” (Hani demişler ya eskiler “Eline, diline, beline…” diye, yani…).
- 22.08.2003, Akşam: “Rektörlerden rejim uyarısı.”
- 28.08.2003, Zaman; “YÖK tasarısı için uzlaşma sağlandı.”
- 28.08.2003, H.O.Tercüman; Sırrı Yüksel Cebeci: “..Öğretim üyelerine karacüppeliler demişti... DP’liler ve Menderes ateşle oynadıklarının farkına varmışlardı ama iş işten geçmişti.” (Bu demokrasi çağında, bu kadar süfli bir şekilde sopa gösterenlere ancak “Yuh olsun” denir, herhalde. ŞŞ).
- 11.09.2003, Radikal; “General Yalman’dan rektörlere davet: Üniversite açılış törenlerini iyi değerlendirin, topluma laiklikle ilgili mesajlar verin…”
- 15.09.2003, Radikal: “TSK Üniversiteyi izliyor.”
- 16.09.2003, Star; “Türbanlı açılış: Ecevit hükümeti döneminde türbanlı girişin yasaklandığı İHL’ler Erdoğan Hükümeti ile birlikte yeniden türbana kapılarını açtı.”
- 24.09.2003, Star; Rektör Emin Alıcı: “Hepimiz yeni birer Kubilay olmaya hazırız.”
- 26.09.2003, Posta: “Sezer’den Kubilay desteği”.
- 14.10.2003, Takvim: “Genelkurmay topa tuttu.”
- 16.10.2003, Vatan: “Hükümet vazgeçti, uzlaşma sağlandı.”
- 10.12.2003, d.b.Tercüman; Hasan Celal Güzel: “Empotans… Hükümetteki sevgili dostlarıma, bu naçizane sütunumdan “gönüller dolusu Viagra gönderiyorum”.
- 26.12.2003, Yeni Şafak: “Taslak Ocak’ta tamamlanacak.”
- 01.04.2004, Cumhuriyet: “YÖK’e dar kapsamlı yasa.”
- 08.04.2004, Yeni Şafak: “Hükümet, YÖK’te kararlı.”
- 02.05.2004, Sabah: “Başbakan Erdoğan rektörlere rest çekti.”
- 07.05.2004, Gözcü: Asker: “28 Şubat gibi YÖK uyarısı; biz bu konuda tarafız.”
- 12.05.2004, Radikal: AB Komisyonu Türkiye temsilcisi Kretschemer: “Ordunun bu tavrı geriye doğru adım.”
- 14.05.2004, Star: “19 saatte YÖK. YÖK tasarısı 19 saat aralıksız çalışılarak 251 oyla TBMM’den geçirildi.”
- 15.05.2004, Hürriyet: “Üniversiteler ayakta”.
- 17.05.2004, Milliyet; Erdoğan Teziç: “1960’a gidilmesinin belirtileri oluştu…”
- 25.05.2004, Gözcü: “Beklenen veto geldi: Cumhurbaşkanı Sezer, büyük tartışmalara yol açan YÖK yasasını Meclise kısmen iade etti.”
- 29.05.2004, Milliyet: “Başbakan Erdoğan’dan sert yanıt.”
- 29.05.2004, Güneş; “Milli Eğitim Bakanı Çelik: YÖK Yasası mutlaka geçecek.”
- 02.06.2004, Yeni Şafak; “Erdoğan: Vetoyu millet vicdanı değerlendirecek.”
- 04.06.2004, Zaman; “Başbakan Erdoğan: YÖK’e nokta değil virgül koyduk.”
Evet, bugün 17 Temmuz 2010. Aradan koskoca 6 yıl geçti. “Nokta mı konmuştu yoksa virgül mü?” buna sizler karar verin; ben o tartışmaya girmeyeceğim. Ama “onca laf edenlerin (sadece Sayın Başbakanı kastetmiyorum) bunca yıldır nerede olduğunu sorgulamak, bugün itibarıyla Yükseköğretim Kanunu’nun ne olması gerektiğine dair görüşlerimizi ortaya koymak da hakkımız ve aynı zamanda görevimizdir” diye düşünüyorum.
Haftaya, kısmet olursa bu konuya devam edeceğiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Prof. Dr. Şaban Şimşek Arşivi