Metin Hasırcı

Metin Hasırcı

Bilinmeyeni öğrenmek

Bilinmeyeni öğrenmek

Galiba 1959 idi, 6/7/Eylül/1955 olaylarının birkaç sene sonrasında idi. Merhum küçük ağabeyimle Aksaray’dan bindiğimiz Yedikule-Bahçekapı tramvayının römorkunun sahanlığında yan yana ayakta duruyoruz. Ağabeyim o yıllar da; Hesap Uzmanı Semih Tanca’ya ait Tanca bayan kunduralarının genç fakat çok kıymetli bir zenaatkârı idi. Onu yetiştiren ustası da, Solon Limburidis isimli dünya iyisi Rum bir sanatkârdı. Atölye Üçpınar Apartımanları diye bilinen, GS spor kulübünün de aralarında bulunduğu Beyoğlu’nda Şehid Hasnun Gâlip sokağındaydı. Aile büyüklerimiz; evlâd-ı fatihan olduğundan, annem olsun, babam olsun, birkaç Balkan lisanını konuşurlardı. Bunun için de ben değil amma, büyük ve küçük ağabeyim Rumcayı pek güzel anlarlardı. Ancak konuşamazlar yâni cevap veremezlerdi. Bizim çocukluğumuz; “Vatandaş Türkçe konuş!” tenbihlerinin geçerli olduğu yıllardı. Yeri gelmişken söyleyeyim, anneanem 1935’de Pendik’e gelen, Cumhurbaşkanı M. Kemâl Paşa’ya çetrefilli Selânik şivesi Türkçe ile “Mori Gazi Paşa neden yasakladın Rumca’yı?” diye sorduğunda, Atatürk sormuş: “Yanyalı mısın abla?” Cevap, o yıllarda Milli Müdafaa bakanı olan Mustafa Abdülhalik Renda Beyefendi tarafından “akrabamdır paşam” olmuş. Bunun üzerine M. Kemâl Paşa: “Tamam Yanyalı’lara serbest” dediğinde, anneannem Mahinûr hanım (1863 doğumlu)“yalnız Yanyalılara olmaz, hepsine hepsine” demiş. Bu serbestiye rağmen maalesef o lisanları öğrenmekten mahrum kaldık.
Neyse dönelim Yedikule tramvayının sahanlığına. Belki de son tramvay seferiydi o günün. Yine sahanlıkta Samatya’ya gidecekleri Rum olmalarından belli iki kişi biraz içki kokuyorlar ve de Rumca konuşuyorlar. Ağabeyim, dikkat kesildi, gözlerini kıstı, sonra Türkçe, ben senin ulan kefere diye herifin birinin ağzına tokadı yapıştırdı. Öbürü ağabeyime saldırırken ben de öbürkünü tepeledim. O zamanlar tramvay da biletçiler seyyar idi. Kalabalık da olsa, tramvayın içinde dolaşır bilet keserdi. Gürültüyü duyunca koştu. Kapıyı açtı ve o arada çıngırağı çaldırıp tramvayı durduttu. Biz de duran tramvaydan atlayıp, Davutpaşa çöplüğüne giden yola kıvrıldık. Biraz koştuktan sonra yere çömelip dinlenmeye başladık ve ben ağabe yime sordum: Ağabey, biz niye bunlarla kavga ettik? Ağabeyim, “Mukaddes bildiğimiz her şeyimize Rumca küfür ediyorlardı” dedi. O zaman iyice anladım ki, bir lisan bir adam. İki lisan iki adamdır.
İKİ MÜHİM KİTAP
Bizim Vakit gazetemizin mâderi olan Cuma dergimiz de, bir okul gibi basın âlemine her biri, bir değer olan kıymetli elemanlar yetiştirmiştir. Bunlardan birisi de Hakan Yılmaz Çebi evladımızdır. Müdekkik, gayretli, cesur ve fikre saygılı, hâinlere karşı salabet sahibi bir vatansever ve dini bütün bir kardeşimizdir. Yıllarca MPL TV’de Hazır Kıta adlı programlarıyla birçok mühim mevzuularla toplumu bilgilendiren programlar yapmış, haylice de araştırmaya yönelik kitaplar yazmıştır. Hele petrol üzerine araştırmaları asker ve sivil her vatanperverin alakasını celbetmiştir. Son çıkan iki kitabını ise; Bilge-Karınca yayınları arasında Ramazan ayında, Bayezit’de kitap fuarında okurlarıyla buluşturdu. “Atatürk Mason muydu?” diğeri ise, “İşaret/Masonluğun Gizli Dili” olup büyük alaka celbetti, biz önce “Atatürk Mason muydu”dan sh. 79’dan bir alıntı yapalım: “Bir zamanlar ben de mason olmuştum. Bir gün bir arkadaşım beni alıp, Beyoğlu’ndaki Mason cemiyetine götürdü. Daha ne olduğumu bile anlayamadan kendimi cemiyetin içinde buldum. Mermer merdivenlerden büyük bir salona indik. Orada yüzlerini göremediğim birtakım kişiler vardı. Bizi buyur edip oturttular, kahveler sundular, hâl hatır sordular. Orada fazla kalmadık, tekrar merdivenlerden daha da aşağı indik. Bir öncekinden daha geniş salonda bulduk kendimizi. Salonda büyük bir kalabalık toplanmış, kılıçlı bir tören yapılıyordu. Bu işleri daha önceden bildiğini anladığım arkadaşım beni kolumdan tutmuş ne yapmam gerektiğini anlatıyordu. Kılıçların arasından geçip, kutsal bir kitaba el bastık. Bütün bunlar olup bittikten sonra dışarı çıktık. İçeri de çok sıkılmıştım. Bu olaydan sonra bir daha ne o binaya gittim, ne de oradakilerle karşılaştım. Şimdi gitsem, arasam, o binayı belki de bulamam. İşte benim Masonluğum bundan ibâret..”
Muhterem okurlarımız bu ifade Atatürk’ün sözleridir. Böylece hakkında Veritas locasına kayd olduydu sözleri her ne kadar bu ifade de locanın adı geçmiyorsa da, alıntının son üç kelimesi bütün açıklığıyla ortaya koyuyor.
Diğer bir kitap olan “İşaret/Masonluğun Gizli Dili”ne gelince, bu çalışmanın 80. sayfasında yıllardır masonlar hakkında ifadelerimde; 27. dereceye kadar olan masonlar da, dinlilik ve dinsizliğin söz konusu olmadığını beyan ederdim. Söz konusu sahife de beni doğrulayan paragraf şöyle: “Masonlar için 27. derece çok önemlidir. Bir masonun 27. dereceyi aşabilmesi için bütün dini inançlarını, dünya görüşünü terk etmesi gerekir. Çünkü bu noktadan sonra Mason Kabala esaslarını çok detaylı olarak öğrenecektir. Masonluğun en büyük sırlarından olan ‘Kara Büyü’ buradan sonra devreye girecektir.” Bir de 126. sayfada şu cümle çok calib-i dikkattir: “Newyork ve Londra ikilisine, İstanbul Yahudi Cemaati katılarak Kudüs Zirvesi meydana gelmektedir” yazmış olmasıdır. Her iki eseri hararetle tavsiye ediyorum. Fiemanillah.
Telefon: 0212 528 64 70- Belge Geçer: 0212 528 64 70
TAZIYE VE TEMENNI:
Yüksek tansiyonun bir vesilei vefat olan dünya meşakkatine yiğitçe göğüs germeyi ömründe kendine yakıştırmayı bilmiş kardeşimiz, vefa ve mertlik dolu insan Nuri Aykon Beyefendi’ye rahmetler, dilerken Livay-ı Hamd’ın gölgesinde olması en samimi kalb temenniyatımdır. Nûr içinde yatasın kardeşim.
Metin Hasırcı

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Metin Hasırcı Arşivi