Prof. Dr. Şaban Şimşek

Prof. Dr. Şaban Şimşek

Bir "Kişilik Analizi"

Bir "Kişilik Analizi"

Tam da “Arena böyle aslan görmedi” denilen atmosferin yaşandığı güne denk geldi bu yazı. “Yani şimdi sırası mıydı” diyenler hatta “Sen de mi Brutus” diye içinden geçirenler olacaktır. Ama ne yapalım biz kaderimizin sahibi değiliz ki. Levh-i Mahfuz’da ne yazıyorsa onu yaşıyoruz. Demek ki bu yazının tecellisi de buymuş... Her neyse, yazımıza başlayalım.

Son zamanlarda biraz meyus, biraz özgüvenini kaybetmiş, biraz tedirgin olsa da (bu aldığı ağır eleştirilerle ilintili olsa gerek) genelde alışılmış “lider sultası altındaki” kabine üyelerinden daha cesur ve hoyrat. Aslında bir yanıyla “doğuştan biçare” bir yüz ifadesi mevcut ama diğer taraftan “Babadan ağa” gibi bir edası da var. Ya kendine çok güveniyor ya da arkası sağlam. Havayı bozmaktan, kendince zülfü yâr’e dokunmaktan, umuma aykırı düşmekten çekinmiyor. Hazırlıklı ya da hazırlıksız, ayaküstü veya masa başı, en hassas konularda dahi aklına geleni söyleyebiliyor.

Konuşmalarında sınır tanımıyor. Özellikle milliyetçi söylemlerindeki babalanmaları kontrolsüz; zamandan-mekândan-durumdan-gerçeklikten kopuk. Konu bütünlüğü, insicam her an kaybolabiliyor. Onu dinlerken nerede durulacağını, nereye varılacağını bilmediğiniz, sürprizlerle dolu tehlikeli bir yolculuğa çıkıyormuş gibi hissediyorsunuz kendinizi. Üstelik dışarıdan bakılırken özgün bir iradesi, kararlı bir duruşu da var gibi gözüküyor.

Hal böyle olunca, tabir-i caizse iğne üstünde oturuyorsunuz onu izlerken. “Ahh, yeni bir mesele çıkmadan, yeni bir soruna yol açmadan kazasız belasız atlatabilsek bunu da” diye dua ediyorsunuz içinizden. Durup dururken yüzünüz kızaracak diye korkuyorsunuz; “Bu işte bizim ne günahımız var” desek bile yine de yara alıyoruz nedense etrafımızdaki gruplardan, çünkü. Sanki işin sahibi, sorumlusu, yetkilisi bizmişiz gibi. İktidarın nimetlerinden olmasa da külfetinden nasibimizi (!) alıyoruz yani, elhamdülillah; sağ olsunlar!
Gereksiz hamaset dolu cümleleri hesapsız olmanın ötesinde çoğu zaman acımasız da. Sanki gönlünde hiçbir şeyin hicranı yokmuş gibi dökülüyor dudaklarından sözcükler. Bir kesimin hoşuna gidecek şeyleri söylerken diğerlerini ötekileştirmekten çekinmiyor. Bu hassas dönemde “gönül kırmak, vicdanları yaralamak, istemeden ayrılık tohumları ekmek” diye bir korkusu yok sanki. “Ben herkesin, her kesimin; yetmiş beş milyonun Bakanıyım” diye düşünmüyor…

Kendisini tanımasam, iyi yürekliliğini, özde saygılı tavrını bilmesem kızacağım ama kızamıyorum. Zira basit, küçük duygusal bir anda bile hemen ağlayabilecekmiş gibi bir ruhsal yapısı olduğunu biliyorum. Ama yine de “kötü niyetle, isteyerek yapmıyor” de diyemiyorum. Eeh ne de olsa oturduğu yer minibüsün ön sırası değil Bakanlık koltuğu!

İşini kendince layıkıyla yapmaya çalıştığı belli. Bunun en açık göstergesi toplantılarda duvar yazılarına bile dikkat etmesi! Haa okurken sağa sola yatıp doğrulmak zorunda kalması ise tam da yazının önünde duran işgüzar memurun yediği halt tabii ki! (hala görevinde mi acaba?!) İfadelerinde, tespitlerinde doğrular da yok değil. Ama ardından öyle bir cümle daha sarf ediyor ve öyle bir noktaya geliyor ki o doğrular da arada kaynayıp gidiyor, anlamsızlaşıyor. Gülünç durumlar da oluşuyor bu sıralarda. Küçük düşülüyor, makamlar küçük düşürülüyor. Devlet adamlığının ağırlığı yok oluyor, güven sarsılıyor. Ve tabii sevgi-saygı da bütün bunlarla beraber ortadan kalkıyor.

Dudaklarından dökülenler tembihle şuur altına yerleşmiş bir ezberin (1970’ler deki TV’ lere benzer) paket yayınları sanki. Düşüncesini mi dile getiriyor yoksa sahibinin sesini mi sufle ediyor, karar vermek zor. Ama “Kurduğu cümlelerin sahibini sesine aykırı düşmediğine inandığını” söylemek mümkün.

Konuşurken teklemesi de belki bu noktadaki bir endişeye matuftur, bilemeyiz.
Bu haliyle Mesut Yılmazı andıran bir tarzı var ama ondan farklı olarak şiir de okuyabiliyor. Havasına girdimi tumturaklı cümleler kuruyor ve belli çevrelerde bir coşku yaratabiliyor. Hem Mesut Yılmaz’daki, bana hep sahte gelmiş olan o maske yüz de yok onda. Yani tercih etmek zorunda kalsam, Allah için vallahi O’nu seçerim. İçi dışı bir (bundan eminim), kendi halinde mutat Anadolu insanının samimi görüntüsü var üzerinde hiç olmazsa.

Bakışlarından sezilen, gözlerinden süzülen üstün bir zekâ pırıltısı algılanmıyor. Muhakemesi sıkıntılı gibi. Sanki kafası başka yerlerde, aklı dağınık. Bu durumunu açıklamak zor. “Yeni uykudan kalkmış ya da biraz baygın, azıcık sarhoş” desek de olmaz. Her zaman uykudan kalkmış olamayacağı gibi, öyle kötü alışkanlıkları olmadığı biliniyor çünkü.

“Neyse canım, bu da geçer desek” de mümkün değil. Çünkü kayıtlara geçen konuşmalarının yanında, artık giderek klasikler arasına girmeye aday haline gelen baş hareketleri, yüz mimikleri, vücut diliyle O tam bir Medyatik.
Masum bir görünümü var. Bakışları sadık, ar sahibi, saf, temiz inanmış bir insan intibaı uyandırıyor. Öfkeli bir ifade, kindar bir bakış, şeytani bir derinlik yok yüzünde. Söylediklerini duymazsanız sevimli bile sayılabilir. Art niyetleri olacak, kötü emeller besleyecek, gizli ajanda taşıyacak ve bununla zamanı geldiğinde birilerinin defterini dürecek bir insan gibi durmuyor. Kötü adam değil yani. Hani yöresel bir tabirdir belki ama Rize’de söylendiği gibi “Allahlık” desek yeridir.

Bu başka yörelerde kullanılan “kocaoğlan” kelimesini çağrıştırabilir belki ama tam karşılığı değil. Öyle algılanırsa hakaret etmiş oluruz ve buna vesile olduğum için de üzülürüm. Zamanından önce fiziksel gelişimini tamamlamış, ergin olmuş ama sezgin olamamış bir meyve, bir insan, bir siyasi figür gibi bakabilirsiniz bu benzetmeye. Evet, “Bu adamdan bir kötülük gelmez, içi dışı bir intibaı uyandırıyor” dedik ama söylemesek olmaz, bunun hemen arkasından da bir başka cümle daha geliyor dilin ucuna: “Yahu bu adamdan öyle ülke çapında bir iyilik, bir beceri de neşet etmez.”

Kültürel zenginlik var ya da yok ama siyasi olgunluk ciddi bir soru işareti. Eğer O, bir filmin afişine yazılmaya kalkışılırsa başrol oyuncusu olması imkânsız. Yine de yapımcı hata yapar, ismini en yukarılara taşırsa o film gişe yapmaz, eminim bundan. Ve hesap yapımcıdan kesilir.

Son tahlil:

Pek bir şey bilmez, fazla bir şey beceremez gibi görünse de konuşmaya başladığında, çoğu konuda, parça parça da olsa malumat sahibi olduğu anlaşılıyor. Sorun, bunlardan bir terkip yapıp uygun zamanda ve zeminde devreye sokmada. Kurduğu cümlelerde, bir sonrakinin bir öncekini anlamsız kılması, bir müddet sonra konu bütünlüğünü yitirmesi ve söylediği sözlerin nerelere varacağını kestirememesi (bunu özellikle yaptığını sanmıyorum) kanımca sağlıklı bir durum değil. “Bu hal kendisinin, partisinin, milletin ve devletin lehine değildir” diye düşünüyorum. Son zamanlarda omuzlarına bindirilen yükün ağırlığı ve hemen her kesimden gelen eleştiriler (buna kendi partisi de dahil) onu daha da sağlıksız hale getiriyor. Bu konuda uzman değilim ama kırk yıllık meslek tecrübemle söylüyorum: Ruhsal sıkıntı derinleşiyor, gidişat iyi değil.

Aslında suçlayamıyor da onu. “Onun ne günahı var” desek ve onu af etsek, arkasından da “asıl günah…” la başlayan bir cümle ile devam etsek eminim bir anda haddimizi fersah fersah aşmış sayılır, önümüzü hatta sadece önümüzü değil arkamızı, sağımızı, solumuzu, yukarımızı, aşağımızı da kesmiş oluruz!. Zaten bütün musibetler bu yüzden gelmiyor mu başımıza?

Ahh “Sayın Büyük Usta” ah. Allah aşkına çok mu aradınız, inşa etmek istediğin o kutlu mabede temel direk yapacağınız-yaptığınız bu kişilikleri?.. Şimdi biz bu noktada ne diyelim ki. “Tek Adam”ların hariçten akıl kabul ettikleri pek görülmüş şey değildir ama kanımca dua edebiliriz. Duanın kabulü “Tek Adam”ların nezdinde değil Allah indinde olur çünkü. O halde biz de duamızı edelim: Allah özellikle ve öncelikle “Tek Adam”ları sonra da hepimizi yanlıştan dönebilenlerin erdemine ulaştırsın, ferasetimizi arttırsın, encamımızı hayır eylesin. Amin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Prof. Dr. Şaban Şimşek Arşivi