Faruk Çakır

Faruk Çakır

Şanlıurfa notları

Şanlıurfa notları

Geçen haftanın son günlerinde Güneydoğu Anadolu Projesi’nin (GAP) merkezi kabul edilen Şanlıurfa’ya kısa bir seyahat etme imkânı bulduk. 1990’lı yılların başında askerliğimizi Şanlıurfa’da yaptığımız için yabancılık çekmedik, ama şehrin, tahminlerin üstünde büyüdüğüne ve geliştiğine şahit olduk.
Başka pek çok Anadolu şehrinde olduğu gibi Şanlıurfa’ya adeta ‘yeni’ bir şehir ilâve edilmiş. Bununla birlikte ‘eski şehir’ de muhafaza edilmiş ki, bu takdire şayan bir netice. Havayolu ile şehre ulaşıp, servis ile “Abide Meydanı”na ulaştığımızda sabahın ilk saatleriydi. Sarayönü Caddesini takip ederek Urfa denince akla gelen “Dergâh”a, “Balıklıgöl”e ulaştık. Yol üzerindeki tarihî camileri de ziyaret edip yeni sayılan “Mutfak Müzesi”ni de gezme imkânı bulduk. Müze her ne kadar Urfa’da yakın tarihte kullanılan eşyaların sergilendiği bir yer olsa da, bir bakıma Türkiye’yi de özetliyor. Gaz lambaları, oraklar, kömürlü ütüler velhâsıl bugün için adlarını dahi unuttuğumuz eşyalar... Bu ve benzerî müzeler aslında “babalarımızdan daha zengin olduğumuzu” gösteriyor, ama aynı zamanda “Daha mutlu muyuz?” sorusunun sorulmasını da icap ettiriyor.
“Balıklıgöl” ve çevresinde çok sayıda tarihî cami var. Urfa demek bir bakıma “Dergâh ve çevresi” demek aslında. Şanlıurfa’ya gelip de buraları görmeden dönen her halde olmaz. Gerek yerli ve gerekse yabancı turistler yılın her mevsiminde buraları yoğun bir şekilde ziyaret ediyorlar. Balıklıgöl ve çevresi, geçmiş yıllara nisbetle çok daha temiz, çok daha düzenli. Emeği geçenleri tebrik etmek lâzım. 1990’lı yıllarda, Balıklıgöl’deki balıkları görmek bile kolay olmazdı.
“Dergâh”ın önemli ziyaret yerlerinden olmasının bir sebebi de Hz. İbrahim Aleyhisselâmın bu caminin yanındaki ‘mağara’da doğduğunun rivayet edilmesidir. “Dergâh Camii”nin bir adı da “Mevlid-i Halil Camii”dir. Caminin hemen bitişiğindeki “makam” da çok ziyaret edilen yerlerden biri. Hatırlanacağı üzere büyük İslâm âlimi Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri 23 Mart 1960 tarihinde Urfa’daki “İpek Palas Oteli”nde vefat ettiğinde buradaki mezara defnedilmiş. Aradan kısa bir zaman geçtikten sonra 27 Mayıs darbecileri Bediüzzaman’ın kabrini kırıp naaşını ‘bilinmeyen bir yer’e nakletmişler. Bugün burası “boş” olsa da ziyaretçiler mutlaka uğruyor, “Bediüzzaman Said Nursî Çeşmesi”nden su içip Üstad’ın ruhu için fatihalar okuyor.
Şanlıurfa’daki ikinci günümüzde Harran ilçesine gittik. Urfa’ya 50 km mesafedeki Harran, kalabalık olmayan nüfusuyla sakin bir ilçe, ama ekonomik olarak gelişmemiş. Ana yollar hariç, toprak yollar ilçenin toz duman içinde kalmasına sebep oluyor. “Harran evleri” turistlerin ilgisini çekiyor. Aynı zamanda dünyanın ilk üniversitesi olduğu ifade edilen üniversite kalıntıları da ziyaret edilen yerler arasında. Ancak, bu kalıntıların tanıtımının yeteri kadar yapılmadığı ortada. Tellerle çevrilen alana bir ‘tabela’ bile konulmamış. Harranlı çocuklar, gördükleri her ‘turist’e buraları anlatmaya çalışıyorlar, ama tabii ki çok yetersiz. “Büyük şehir”lerden gidenlerin bile hayret ettiği manzaları, “yabancı turist”ler acaba nasıl karşılıyor? Çok güzel bir tanıtım imkânı elimizin altında varken, bunu yapamamak gerçekten üzücü.
Akşam üzeri Urfa’ya döndüğümüzde yorgunluğumuzu Risale-i Nur sohbeti dinleyerek giderdik. Tevafuken, Risale-i Nur’dan okunan bahis, “Umum Nur talebelerine Üstad Bediüzzaman’ın vefatından önce vermiş olduğu en son ders” idi. Üstad, söz konusu ‘ders’inde şöyle diyordu: “Bir mesele daha var; o da çok ehemmiyetlidir. Hükm-ü Kur’ân’a göre, bu zamanda mimsiz medeniyetin icabatından olarak hâcât-ı zaruriye dörtten yirmiye çıkmış. Tiryakilikle, görenekle ve itiyadla, hâcat-ı gayr-ı zaruriye, hâcât-ı zaruriye hükmüne geçmiş. Âhirete imân ettiği halde, ‘Zaruret var’ diye ve zaruret zannıyla dünya menfaati ve maişet derdi için dünyayı âhirete tercih ediyor.”
Bazı ‘hoca’ların dahi “Zaruret var” demelerine karşı Bediüzzaman şunu da ders vermiş: “Ekmek yemek, yaşamak gibi zarurî ihtiyaçlar haricinde başka hangi zaruret var?” (Emirdağ Lâhikası, s. 456)
Harran ilçesindeki “fakr-ı zaruret hâli”ni gördükten sonra bu ‘ders’i dinlemek bizim için ‘ciddî bir ikâz’ oldu.
“Urfa taşıyla, toprağıyla mübarektir” (E.L., s. 407) diyen Üstad’ı bu vesile ile bir defa daha rahmetle yâd ederken, seyahatimiz vesilesiyle görüştüğümüz bütün okuyucu ağabey ve kardeşlerimize teşekkürlerimizi de sunuyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Faruk Çakır Arşivi