Prof. Dr. Şaban Şimşek

Prof. Dr. Şaban Şimşek

Kürtçe Eğitim Olmalı mı? (1)

Kürtçe Eğitim Olmalı mı? (1)

Öncelikle şu tespiti yapmak gerekiyor: Evet, özelde bazı Kürtlerin gizli amaçları ve bu amaca matuf büyük dertleri (ayrılık, bağımsızlık gibi!) olabilir ama genelde dile getirilen ana mesele “Kürtçe eğitim”dir. Çözüm sürecinin gelip dayandığı, dayanıp da tıkanma noktasına geldiği (ya da öyle gösterildiği!) yer tam da burasıdır. Kürtçe eğitim bir eşik olmuştur ve hem psikolojik hem de siyasi pratik anlamında ancak aşılırsa yola devam edilebilecek bir havaya sokulmuştur.

Konuya girmeden “anadilde öğretim” ve “anadilde eğitim”in ne anlama geldiğini, en azından benim bunlardan ne anladığımı açıklamam gerekiyor.

Anadilde öğretim; devletin bizzat doğrudan eliyle ya da sunduğu imkânlarla, dolaylı olarak (hukuken ve uygulamada serbestlik ve/veya maddi-manevi yardımlar) vatandaşının anadilini öğrenmesini sağlamasıdır. Anadilde eğitim ise bir öğrenmenin ötesinde, öğrenilen o dille mesela tarih dersinin, coğrafya dersinin, matematik dersinin, din dersinin vesaire yani tüm tedrisatın resmen o dille işlenmesini ifade eder.
Bunlardan, konumuzla ilgili olarak, Kürtçe öğretimde herhangi bir sorun yoktur. Şu anda bu dilin konuşulması da öğrenilmesi de öğretilmesi de tamamen serbesttir. Hiçbir yasal ve pratik engel söz konusu değildir. Sorun (ya da sorun edilen) Kürtçe eğitimdedir.
Yasağın zemini ve tarihçesi:

…Bu memlekette önce “Kürt diye birileri var mıdır yok mudur?” tartışmaları yapıldı. Muktedirler - uzun bilimsel araştırmalar sonucu olsa gerek!- çok emin bir şekilde “Kürt yoktur” dediler ve çıkardıkları devrim yasalarını, anayasaları, yasaları da ona göre düzenlediler. Rafine bir ulus-devlet yaratacaklardı çünkü… Eee, Kürt’ü yok sayan kafa, yok olanın dilini var saymayacaktı elbette; Kürtçe de yok sayıldı!

Evet, muktedirler Kürt’ü ve Kürtçeyi yok saydılar ama çıkardıkları yasalarda ilgili maddeleri hep varmışlar gibi düzenlediler, hem de özellikle ve hukuk bilimi açısından gülünç sayılabilecek ifadelerle. Sonuçta genç Türkiye Cumhuriyetinde Kürtçe konuşmak, yazmak, neşriyat yapmak zinhar yasak oldu… Oysa herkesin malumu olduğu üzere Kürt de vardı, Kürtçe de vardı ve ülkemizin belli kesimlerinde, bir kısım insanımızca bilinen ve konuşulan tek dil o idi.

(Türkiye’de konuşulan farklı dillere dair güvenilirliği yüksek bir bilimsel çalışmaya ben rastlamadım. Ancak KONDA’nın 2006 yılında yaptığı bir araştırmaya göre nüfusumuzun %85’i Türkçe, %13’ü Kürtçe konuşuyor. Diğer dillerin konuşulma oranları %1’lerin altında. TOOB’un 1995’de hazırladığı rapora göre ise Doğu Anadolu’da halkın %65’i evinde Kürtçe konuşuyor.)

Yani bugün, bir isyanın temel taşı (talebi de diyebilirdim ama bütün argümanları ona dayandırıldığı için bu tabiri kullandım) haline gelen Kürtçe eğitim meselesinin kökleri aslında -devletin bizatihi dâhil olması anlamında- Cumhuriyetin ilk yıllarına ve İnkılâb kanunlarına kadar gitmektedir.

Cumhuriyetin kuruluşuna kadar Kürt isyanı olarak nitelenebilecek 12 isyandan bahseder tarihçiler. Bunlar Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun geleneksel feodal yapısı içerisinde aşiretlerin hegemonik çekişmeleri ve bölgenin malum ve maküs ekonomik sebeplerinden doğan, etnik kimlik anlamında fazla bir özellik taşımayan ve de genele matuf olmayan mevzii olaylardı.

Cumhuriyetin ilanının akabinde, devletin otoriter tutumu ve ulus-devlet amacına yönelik asimilasyon politikaları bir ayrışımın başlamasına sebep olmuş ve Cumhuriyet öncesi sebeplerle birlikte Kürt kimliğinin de öne çıktığı 22 isyana zemin hazırlamıştır. Kürtçe anadil meselesi de bu dönemin çocuğudur.

Şimdi, izninizle, otuz yıldır yaşamakta olduğumuz bu son isyanın sürükleyici nedeni haline gelen Kürtçe eğitim yasağına dair gelişmelere ve yasa maddelerine şöyle bir göz atalım ve sonra da bunların, bahsettiğimiz Cumhuriyetin başındaki temel dayanaklarına inelim.

1924 Yılı Şükrü Saraçoğlu…

Maarif Vekil Şükrü Saraçoğlu TBMM’deki konuşmasında şunları söylüyordu: “…Benim kanaatim bu büyük derdin en vahim noktası harflerdir. Yegâne kabahatli harflerdir. Arap harfleri Türk lisanını yazmaya müsait değildir. Hacımızın, hocamızın, amirimizin, memurumuzun gayretine, asırlardan beri yapılan bunca fedakârlığa rağmen halkımızın ancak yüzde ikisi veya üçü okumuştur.”

1928 Yılı Harf Inkılabı…

Bu görüş birkaç yıl içinde ete kemiğe büründü ve 1928 yılında harf inkılâbı olarak karşımıza çıktı. 1353 Sayılı Türk harflerinin Kabulü ve Tatbiki Hakkındaki Kanun’un 2. maddesi şöyle: “…Devletin bütün kurumlarında, şirketlerin ve derneklerin özel kuruluşlarında Türk harfler kullanılması zorunludur.”
Böylece malum bazı harfleri Türkçede olmayan Kürtçe bazı kelimeler, cümleler yazılamaz, çocuk isimleri, köy isimleri verilemez, nüfus hüviyet, evlenme cüzdanları, hatta tapu senetleri düzenlenemez oldu.
1972 yılı, 1587 sayılı Yasa, 16.madde:
“…Çocuğun adını ana ve babası kor. Ancak ahlâk kurallarına uygun düşmeyen veya kamu oyunu
inciten adlar konulmaz.”

Masum ve pek de namuslu görünen bu madde ile Kürtçe isimler hep kamuoyunu incitir özellikte bulundu ve çocuklara verdirilmedi.
1982 Anayasası 26.Madde, 3.fıkra (Orijinal metin)

"Düşüncelerin açıklanması ve yayılmasında kanunla yasaklanmış olan herhangi bir dil kullanılamaz. Bu yasağa aykırı yazılı veya basılı kâğıtlar, plaklar, ses ve görüntü bantları ile diğer anlatım araç ve gereçleri usulüne göre verilmiş hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde kanunla yetkili kılınan merciin emriyle toplattırılır.”
Ve bunu dayanak alarak bir yıl sonra çıkarılan 2932 sayılı yasa…

1983 Yılı 2932 sayılı Yasa:

“Türkçeden başka dillerin anadil olarak kullanılmasına ve yayılmasına yönelik her türlü faaliyette bulunulması yasaktır. Türk devleti tarafından tanınmış bulunan devletlerin birinci resmi dilleri dışındaki herhangi bir dille düşüncelerin açıklanması, yayılması ve yayınlanması yasaktır.”

Şimdi tam da bu noktada durup cümleyi ve içindeki bir tamlamayı (birinci resmi dil) iyice irdelemek gerekiyor. Çünkü hükümdeki sır bu tamlamada saklıdır. Bununla amaç; Lozan'da, anadil hakları koruma altına alınmış gayrimüslim azınlıklar (Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Süryaniler ) hariç diğer grupların (milletin bir kesimi, halk) dillerini kullanmaları, yaymaları hususundaki haklarını etkisiz kılmaktı. Kimdi bunlar? Şüphesiz ki öncelikle ve özellikle Kürtler!

Neden mi?.. Nedeni şu: Çünkü Kürtçenin, birinci resmi dil dışında, (ikinci resmi dil olarak) resmen kullanıldığı bir ülke vardır o da Irak’tır. Bu komedi ifadeyle (hukuk değil guguk!) oraya işaret edilmiş, onların ikinci dili yani Kürtçe Türkiye’de kullanılamaz, onunla düşünceler açıklanamaz, yayılamaz, yayınlanamaz denmiş oluyor!?..

Peki, Lozan’da ne deniliyordu:

- 39.Madde 4.fıkra: “Herhangi bir Türk uyruğunun gerek özel gerekse ticari ilişkilerde din, basın ya da her çeşit yayın konularıyla açık toplantılarda dilediği her dili kullanmasına karşı hiçbir kısıtlama konulmayacaktır.”

- 39.Madde 5.fıkra: “Devletin resmi dili bulunmasına rağmen Türkçeden başka bir dil konuşan Türk uyruklarına mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri bakımından uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır.”

Burada dikkat çekmek istediğim ve genelde Kürt meselesini değerlendirirken de önemli bulduğum iki nokta var: Birincisi Lozan’da dünyanın Kürtleri bir Türk uyruğu olarak kabul ettiği; ikincisi de bu antlaşmaya imza atan Türkiye Cumhuriyeti devletinin mahkemelerinde (yani bir anlamda kamu’da) yazılı olmasa bile sözlü Kürtçeye (ve diğer grupların dillerini) “evet” demiş olduğudur.

Lozan dışında…
Türkiye, Lozan’daki bu maddelerin dışında, Anadiller konusunda;
- 1949’da İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne,
- 1976’da Siyasi ve Medeni Haklar Uluslararası Sözleşmesi’ne,
- 1989’da BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne (“Yerli halktan olan çocuğun kendi kültüründen yararlanmasına, kendi dinini inanma ve uygulama, kendi dilini kullanma hakkından yoksun bırakılamaz.”) imza atmış bir ülkedir.
- Ve Avrupa Birliği Müktesebatı…

Konuyu değerlendirirken, öyle toptancı mantıkla “burası Türkiye Cumhuriyet kardeşim ‘yasak’ ya da ‘nee olur mu öyle şey hemen resmi eğitime başlanmalı” demeden önce hiç olmazsa bunların ve dahalarının bilinmesi gerekiyor.

Kısmet olursa haftaya yasağı yenmeye dair çabaları ele alacağız.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Prof. Dr. Şaban Şimşek Arşivi