Temiz bir âile yuvası için ne yapmalıyız?
Hepimiz sevmek, sevilmek, şefkat etmek, korumak, korunmak, yardım etmek, yardım almak, saygı görmek, saygı göstermek, fedâkârlık, diğergamlık gibi pekçok olumlu, ulvî, güzel duygulara sahibiz. Sevmek ve sevilmek, en mükemmel şeklini, “Bir kalbe karşı, başka bir kalbin karşılık vermesiyle” tezahür ve inkişâf etmesiyle bulur. Yani, küfüv, denk bir eş ile… Henüz yolun başındasınız. Temiz ve mutlu bir hayata sahip olmak istiyorsunuz. Bunun en uygun ve en münbit zeminlerinden birisi “âile,” yâni evlilik müessesesidir. O halde kulak vermelisiniz: Eş arama ve bulmada, aile yapısını oluşturmada Batı felsefesinin normlarına göre mi, yoksa İslâmiyetin denenmiş, olumlu sonuçları alınmış ter ü taze esaslarıyla mı teşekkül ettireceğim?
Eğer medyanın kahredici Batılı hayat tarzına, kültürüne, dayatmalarına, programlarına ve beyinleri yıkayan yayınlarına kanarsanız; yanarsınız. Zira, Batı felsefesi insanın düşünce yapısını ve dolayısıyla aileyi, “Hevâ ve hevesi tatmin, nefsin istek ve arzularına cevap verme” üzerine binâ ediyor. Ki, bu aile hayatı çöktü, târ ü mâr oldu. Batıda fert, şaşkınlığın çıkmazı içinde. Aile müessesesi, feminizmin tahribatıyla dağılmış ve parçalanmış. Toplum, hayatı mânâsız ve sıkıntılı buluyor. İnsânî münâsebetler bitmiş. Cinsî sapıklıklar kasıp kavuruyor. Yalnızlık, korkunç bir felâket gibi insanları titretiyor. Teknoloji, yeni keşif, îcad ve maddî imkânlar, onları devamlı peşinden sürükleyip “yalnızlığa” itiyor. Moral gücüne daha fazla ihtiyaç hissederlerken, duygular “nefsî” hevesâtlarla tatmin edilmeye çalışılıyor. Bu ise onları birbirlerinden daha da uzaklaştırarak egoizm ve sefahet çirkefinin koyu karanlığına atıyor. Yeteneğinizi yitirmemişseniz, Batı aile tipi ile Müslüman aile tipini kıyas ediniz. Âilenin çekirdeği fert, toplumun hücresi de âiledir. Âileye yönelik prensip ve kâideleri koyan İslâmiyet, huzurlu bir ortamın nasıl hazırlanacağını en ince ayrıntısına varıncaya kadar ortaya koymuştur. Fertleri güzel duygu, düşünce, haslet ve ahlâk ile bezeyip süslüyor. İnsânî ve ulvî duygularını inkişâf ettiriyor. Nefsimizi/duygularımızı beşikten mezara terbiye edip; kadınla erkeğin, âdî ve maddî çıkarlar için değil, ebedî bir hayat arkadaşlığı için, ayrılmamak üzere kaynaşmalarını emrediyor. İslâm, ferdlerin, yalnızlık, başıboşluk, dağınıklık ve bunlardan doğan birçok kirliliklerden korunabilmeleri, sosyal hayatın düzeni, emniyet ve âsâyişin devamı için, bülûğ çağına ayak basmış olan gençlerin evlenmelerini, ev-bark, yuva kurup çoluk-çocuk sahibi olmalarını ister, tavsiye eder: “Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve dişiden yarattık...”1
Gerek bu âyetin devamı ve gerekse başka âyetlerde, diğer varlıkların da bir erkek ve dişiden yaratıldığını, dolayısıyla evlenmenin, yuva kurmanın fıtrî bir ihtiyaç olduğunu gösterir. Kur’ânî bir göz ile evlilik müessesesine bakmaya çalıştığımızda, şu hikmetlerle karşılaşırız: “Kadınlar sizin elbisenizdir, siz de onların.”2 Erkek ve kadının birbirinin “elbisesi” şeklinde tavsif edilmesi enteresandır. Birbirini korumak, kollamak, nâmus ve hayâ timsâli olmak, beden ve ruh sağlığını muhafaza etmek gibi...
Nikâh/resmî sözleşme ise, karşılıklı bir anlaşma, hukûkî bir akit, iki cinsin bir araya gelmesi, birbirine bağlanmasıdır. Âile, Müslümanın bir nevî cennetidir. Âile hayatı, karşılıklı anlayış, sevgi, sadakat, emniyet/güven ve hürmetle devam eder. Mutluluk ve huzur ise, eşler arasındaki “güven”e bağlıdır. Bu güven ve hürmet, âile hayatının dünya hayatı ile sınırlı olmayacağı inancının pekişmesi ve insanın ulvî duygularının eğitim, terbiye ile geliştirilmesiyle mümkün.
Eş arayan, bu kültüre sahip olmalı ve bu kültüre sahip olanı tercih etmeli…
Ayrıca, anne-babalar, çocuklarının nasıl bir eşle evlenmesini istiyorlarsa, onlar da çocuklarını öyle yetiştirmeye çalışmalı ve öyle evlâtlar aramaya çalışmalı.
Dipnotlar:
1- Kur’ân, Tahrim, 6.; 2- Age., Hucûrat, 13.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.