“İstikrarlı terör”ün varlık nedeni
1984 yılından beri devam eden PKK’nın “istikrarlı terör”ünü nasıl izah edeceğiz? Hele bu terörün bölgenin güçlü ülkesi ve NATO’nun en güçlü askerî gücüne sahip ülkelerden birine karşı sürdürülebilmesi, soruyu önemli kılıyor.
Diğer bir önemli soru da, terör hareketinin sosyal tabanını nasıl oluyor da dindarlığıyla bilinen Müslüman Kürt halkına dayandırabiliyor olmasıdır.
Sorunu teşhis sadedinde, yıllarca geri kalmışlık, feodal düzen, fakirlik, düşük eğitim düzeyi türünden meselenin özüne inmeyen basma kalıp nedenler ileriye sürüldü. Sonunda bu izahların güdük kaldığını iddia sahipleri de kabullendiler.
Dış mihraklar dendi. Ama bu da yeterli değildi. Çünkü dış mihraklar varolan bir sorunu kullanabilir, büyütebilir, yönlendirebilir; lâkin bu çapta istikrarlı terör hareketini toplumsal bir taban yoksa sıfırdan oluşturamaz.
Terörle hedefine ulaşmak isteyen hareketin ideolojisini gerekçe göstermek de hiç inandırıcı değil. Zira marksist ideoloji pes edeli çok oldu. PKK’nın ideolojisine inandığı için dağa çıkan insan sayısının az olduğu da zaten biliniyor. BDP’ye oy verenlerin kahir ekseriyetinin de marksist ideolojik sebeple vermediği malûm.
Kaldı ki, uluslar üstü evrensel bir dil geliştiren marksizm’in bunların kullandığı ulusçu dille uyuşması da zordur.
Bu hareketi ortaya çıkaran ve hâlâ ayakta tutan şey, devletin zamanında fazlasıyla yapmış olduğu katı laikçi ve ulusçu hatalardır. Toplumun farklı etnik yapılarını Türkleştirmek, dindar kimliğini de yok etmek istedi devlet. Bu sosyal mühendislik projesi bir ölçüde başarıya da ulaştı. Ama bu başarı; maalesef “istikrarlı terör”ün varlığının da, toplumsal tabanının da sebebidir.
Şöyle izah edeyim:
Devlet farklı etnik yapıları tek ulus çatısı altında eritmek istediğinde Kürtler buna direndi. Bu direnci kırmak için de devlet inanılmaz hatalar yaptı, hem de çok uluslu, çok kültürlü ve çok dinli devlet geçmişine rağmen. Bu hatalar bugünü de etkilemektedir.
İkinci ölümcül hata ise, laikliğin en katı formunun hayata geçirilmesiydi. Din toplum hayatından kazınmak istendi. Halkın düşünce kodlarını dinî şuurdan arındırmak amacıyla toplumsal hâfızaya format çektiler. Dinî şuurla şekillenmiş kardeş halkların ortak tarih şuurunu önemli ölçüde zayıflattılar.
Devlet bu projeyi bütün Türkiye halklarına, PKK ise Kürt halkına dayattı. Önce devletin sonra da ulusçu Kürt hareketinin ortak katkılarıyla halkın belli kesimlerinde ortak tarih bilinci ve bundan beslenen ortak gelecek vizyonu zayıfladı.
Hafızası zayıflamış birey ve toplumlar sosyal hayatta kopuşlar yaşadığı gibi ruhen de kopuşlar yaşar. Kişilik krizine girer. Yeni bir toplum inşa edebilmek için tam da bu hedeflendi denebilir...
Türkiye son yıllarda çok değişti elbette. Dün kimliği inkâr edilen Kürt halkının varlığı da dili de bugün kabul edilmekte, bu anlamda gâyet makul adımlar atılmaktadır. Devlet yeni iktidar sahipleri eliyle dünkü hatalarını tashihe ugraşmaktadır. Bu gelişmelerin sonucunda toplumda, bu meselenin artık hak ve hukuk zemininde çözüme kavuşturulacağı beklentisi oluşmuştu.
Ama malûm kesim tekrar sahneye çıktı. Seçim sonrası “yemin etme protestosu”nda ve “askerlere kurulan pusu”da her iki taraftaki katı laikçi ve ulusçuların toplumu nasıl gerdiklerini, barış umutlarını nasıl dinamitlediklerini tekrar gördük.
Eğer katı laikçilik ve ulusçuluk bu ülkeye dayatılmasaydı terör de bu denli uzun soluklu olabilir miydi?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.