İftira etmeyene iftiracı demek iftira olmaz mı?

İftira etmeyene iftiracı demek iftira olmaz mı?

Hayrettin Karaman’ın, polemik değil diyalog isimli kitaptaki Ehl-i Sünnet dâiresine sığmayan sözlerini ben de başkaları da tenkit etmiştim. Hayrettin Bey, yanlışını kabul edip hatasından döneceği yerde, kaç defadır öyle söylemediğini ve kendisine iftira edildiğini yazıp duruyor. Bendeniz, bir yazımda “Müfteri değilim” başlığıyla iftira etmediğimi yazmıştım. Fakat Hayrettin Bey yazılarında kendisine iftira edildiğini ikide bir tekrarlayarak kendisini tenkit edenlerin hepsini ağır ifadelerle müfteri ilan ediyor.
Yazdığı doğru olmakla beraber bir defa yazıp dursa biz de bir şey demeyiz. Ama o ikide bir yazar biz de cevap vermezsek, bu sefer okuyucu bizim gerçekten ona iftira ettiğimizi zanneder. Haklı olsalar cevap verirler diye düşünür.
Oysa, sözlerinin yazılı olduğu kitap ortada. Ne söylediği de orada açıkça duruyor. Ama Hayrettin Bey galiba, “Bu kitap nasıl olsa herkesin elinde değil. Bana iftira ediyorlar diye ısrarla yazıp durursam, kitabı görmeyenleri inandırırım” diye düşünüyor. Ama gerçekler gizlenemez ki… Madem gerçekleri yazmak iftira oluyor, öyleyse biz de iftiraya devam ediyoruz. Önce bir iktibas:
1- “Kur’an… Ehli kitaba (Hıristiyan ve Yahudilere) …peygambere iman edin demiyor.”
2- “Ben diyorum ki, İslâm, Ehli kitabı, tek seçenek olarak –son dinin mensubu olmak manasında- Müslüman olmaya çağırmıyor.” (polemik değil diyalog, sahife: 37. İmza: Hayrettin Karaman.)
Şimdi iftiraya geçebiliriz. İftiramı yapıyorum:
Eeeey ehl-i ilim! Duyduk duymadık demeyiiin! Hayrettin Karaman, Kur’an’ın, Hıristiyan ve Yahudileri Peygamberimiz’e iman etmeye çağırmadığını söylüyooor!
Eeeey ehl-i ilim! Hayrettin Karaman, İslâm dininin, Hırıstiyan ve Yahudileri Müslüman olmaya çağırmadığını söylüyooor!
Tamam ammaaa bir müfterinin içi iki kelimelik iftirayla rahatlamaz ki. Ben de rahatlayamadım. En az üç iftira yapmalıyım. Öyleyse iftira yapabileceğim bir bahane daha bulayım bari. İşte buldum:
“Bütün insanların Müslüman olmaları dinin, Kur’an’ın hedefi değildir.”
(polemik değil diyalog, sahife: 41. İmza: Hayrettin Karaman.)
Şimdi artık üçüncü iftiramı yapabilirim. Yapıyorum:
Eeeeey ehl-i ilim! Duyduk duymadık demeyiiin; Hayrettin Karaman, Kur’an’ın hedefi bütün insanların Müslüman olmaları değildir diyooor.
Bu arada hatırlatalım. Sakın ha, “Kur’an’ın hedefi bütün insanların Müslüman olmaları değil de ya ne? Kâfir kalıp cehenneme gitmeleri mi?” demeyin, yoksa siz de iftiracı damgası yiyebilirsiniz.
Değerli okuyucular! Hayrettin Bey, tenkitlere cevap verirken hakkâniyetle davranmıyor. Yukarıda aktardığım sözlerine rağmen, 19 Mart tarihli yazısında şöyle diyebiliyor: “Diyanet, ‘Kur’ân, Yahudileri ve Hıristiyanları İslâm’a çağırmıyor” diyen zata ve arkadaşlarına ilmihal ve tefsir kitabı yazdırtmıştır.’ Bu söz, emr-i maruf (doğru ve iyiye yol gösterme) değil, düpedüz iftiradır.”
Böyle yazmakla bir kurnazlık sergiliyor. İşin içine Diyanet’i de sokarak tenkitçilerinin karşısındaki cepheyi genişletmek istiyor. “Ehl-i sünnet inancını korumak bahanesiyle Diyanet’e ve dolayısıyla bu kurula kara çalanlar ya cahiller veya hainlerdir” diyor.
Biz de kendisine şunu soruyoruz: “A’raf sûresi 158. âyet, Resûlüllah Efendimiz’in bütün insanlara peygamber olarak gönderildiğini bildirdiği halde, ‘Bütün insanların Müslüman olmaları dinin, Kur’an’ın hedefi değildir’ diyenler de Kur’an’ın açık hükmünü reddeden hâinler olmuyorlar mı?”
Hayrettin Bey aynı yazısında ictihaddan da bahsediyor. Diyanet’in kitaplarında da hatalar çıkabileceğini kabul ediyorsa da, “Bu hata affedilen, hatta ecir alan ictihad hatası olur” diyor. Ona göre, DİB Yüksek Din Kurulu Üyeleri doğru da yapsa, hata yapsa sevap kazanıyor... Çünkü onlar ona göre birer müctehid...
Bu meselede muhatabımız Diyanet değil Hayrettin Bey. Biz sadece Hayrettin Bey’in müctehid olduğunu sanırdık. Sayelerinde Diyanet’te de bir müctehidler kurulu olduğunu öğrenmiş olduk. İctihad ve müctehid meselelerini bilen ehl-i ilmin huzurunda Hayrettin Bey’e sesleniyorum:
Diyanet mensupları kendilerini savunmaktan âciz değiller, onları bırakın. Ben size soruyorum: Sizin, diğer Müslümanlar gibi – hâşâ- mukallid-ı sırf olmadığınız belli de, siz müctehidliğin hangi mertebesine tâlibsiniz? Ehl-i temyiz misiniz? Ehl-i tercih misiniz? Ehl-i tahric misiniz? Müctehid fi’l-mesele misiniz? Müctehid fi’l- mezheb misiniz? Yoksa müctehid-i mutlak mısınız? Verin cevabını, biz de öğrenmiş olalım…
Yukarıdaki cümlelerin sahibi olduğunuza göre, yoksa itikadda da mı müctehidsiniz?
Yazınızda, “Kur’ân, Yahudileri ve Hıristiyanları İslâm’a çağırmıyor diyen zat” derken beni kastediyor diyorsunuz. Ona ne şüphe! Elbette kastedilen sizsiniz. “Ben diyorum ki..” diye söze başlar ve konuşursanız o söz sizin olmaz da benim mi olur. Tabii ki size aittir!!!
Her şey ortada olduğu halde hâlâ, “Allah korkusu ve hayâ duygusu bulunan kişiler… iftirada bulunamazlar” diyebilmeniz, insana hayretten dudağını ısıttırıyor. İnanın sıtkımı sıyırdım... Bir de diğer üç arkadaşınızla beraber Diyanet’e 300.000 dolar karşılığında hazırladığınız Kur’an Yolu isimli eseri savunmanız var ki, dertlere deva…
İyi ama şuna ne diyeceksiniz: Kur’an Yolu isimli eserin birinci baskısının ikinci cild 34. sahifesinde, “...mut’a nikahına ruhsat verildiği” ifadesiyle, para karşılığı bir kadınla anlaşmaya izin vermediniz mi? Müctehidlik bunu mu gerektiriyor? Yanlış yazmış da olsanız bundan da mı sevap kazandığınızı söyleyeceksiniz? Kitabın birinci baskısındaki doğru idiyse, ikinci baskıda o satırları niçin çıkardınız? Yazdığınız yanlış idiyse o satırları ilk önce niçin yazmıştınız? Şahitsiz olarak bir miktar para karşılığı belli bir müddet için bir kadınla beraber olunabileceğini söylemek ne zamandan beri müctehidlik oldu?
Buna da iftira demeyiniz mahcup olursunuz. (Gerçi siz hiç mahcup olmazsınız ya) O satırlarda yazdıklarınızın yanlış olduğunu yazar arkadaşlarınızdan İbrahim Kâfi Dönmez’e, Topkapı Eresin Otel’de İSAV toplantısında okudum. Kabul etti. Ama siz hâlâ inkar ediyorsunuz. Kitap elimde, birçok kimselerin de elinde. Buna rağmen, nasıl inkar edebiliyorsunuz HAYRET!! Evvelü mâ semi’tü… Yanlışınız Newsweek Dergisi’nin 4. sayısında da haber oldu. Diğer arkadaşlarınız yanlışı kabul ettiler, siz hâlâ iftira diyorsunuz. Bir televizyon kanalında bile yanlışınız açık oturumda ele alındı.
Bunlar da mı iftira? Hadi ben neyse neyim. Millet toptan hayal mi görüyor? Yapmayın! Lütfen bizi çıldırtmayın...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi