Oy kullanmak 2

Oy kullanmak 2

Geçen haftaki yazımıza gerek mail, gerekse mesaj olarak çok değişik tepkiler geldi. Eleştirenlerde vardı tebrik eden de. Maillere kısada olsa cevap vermeye çalıştım. Mesajların da tamamını okudum. Fakat hepsine tek tek cevap vermeye köşemiz müsait değil. Toplu cevap niyetine bu açıklamaları siz kardeşlerimle paylaşmak istiyorum.
Eleştiren kardeşlerim ilmi kriterler yerine, yıllardır devam eden hamasi yaklaşımlarda bulunmuşlar. Dolayısıyla yanklaşımları objektif olmamış kanaatindeyim. Bizim herhangi bir şirk sistemini meşrulaştırma gibi bir düşüncemiz olamaz. Aslında aynı şeyi söylüyoruz ama yaklaşım farklı. Mesele beşeri ideolojilerin izalesi ve ilahi adaletin ikamesidir.
Biliyoruz ki İslam’ın ihyasında, metodu yine İslam’ın kendisi belirlemiştir. O da “Nebevi Metot” diye tabir edilen hareket metodudur.
Bu metot; ilim, amel, davet, cihat, teşkilatlanma, tasavvuf, siyaset vb. İslam’ın tüm şubelerini içerir. Hedefi kamil aile, kamil toplum, kamil devlet, kamil devletler ve nihayetinde kamil manada Müslüman dünyayı oluşturmaktır. Bu hedefi gerçekleştirmek için de mezkur şubelerin her birini gerektiği zaman ve mekanda gerekli oranda kullanmayı öngörür.
Bu açıdan baktığımızda parti kesinlikle bir metot değil, asıl metot içinde küçük bir şube, hatta bizim ülkemizde tüzüğü ile ele alırsak metotla hiç alakası olmayan ancak yaşadığımız coğrafyada gayri-ihtiyari bir vakıa olup İslami hizmetlerin önünü açmada vasıta olarak kullanılabilecek bir maşadır.
Siyasetçi de değilim siyasetçilerin avukatı da…
Tanıyanlar iyi bilirler ki yıllarca siyasi fanatikler tarafından acımasızca eleştiriye tabi tutulduk. Bizzat kendileri teoride: “Parti amaç değil, araçtır” sözünü çok tekrar etmelerine rağmen pratikte partiyi amaçlaştırmaları gerekmediği halde, bir takım tavizler vermeleri vb. hatalarını eleştirip ikaz etmemiz onları bu hataya sürüklüyordu. Hâlbuki biz yıkıcı değil, yapıcı yaklaşıyor ve eleştirilerimizi uyarı amaçlı yapıyorduk. Onlar ise ilk dönemlerde bu gerçeği kavrayamadıklarından pervasızca davrandılar. Ancak zaman içinde gerçeği anlayınca özür dilediler ve tutumlarını değiştirdiler. Bizim herhangi bir değişikliliğimiz olmadı ve olamazdı da. Çünkü o günde bu günde meseleye ilmi gerçekler ışığında yaklaştık ve yaklaşıyoruz.
Diğer taraftan oy kullanmaya ve parti çalışmalarına karşı olan taraflarca, çok daha acımasızca eleştirildik ve hatta zaman zaman imanımız sorgulandı ve tekfir edildik. Özellikle ilmi ehliyeti bulunmayan genç kuşağın oluşturduğu ve iman hamasetiyle hareket eden bu çevreler, bir yere kadar mazur olmakla beraber, bu eleştirilerde hadlerini aştıkları da göz ardı edilemezdi.
Özellikle 80- 90 yılları arasında şiddetlenen bu tartışmaların zararları zamanla anlaşılıp, alevleri dindiyse de genç kuşakta halen etkisini kısmen devam ettirmektedir. Tutumlarının yanlışlığını anlayan nicelerinde de bir ön yargı etkisi bıraktı ve bu kimseler eleştirilerde taraf olmaktan vazgeçtilerse de oy kullanan veya parti çalışması içinde bulunan kimselere aynı soğuklukla yaklaştılar. Korkarız ki bu tutumları daha nice yıllar devam edecektir. Niceleri ise oy kullanmayı gururlarına yedirememektedirler. Çünkü yıllarca çok ateşli bir şekilde savundukları fikrin aksine bir görüntü içerisine girmek istememektedirler. Hâlbuki yanlıştan dönmek büyük bir erdemdir.
Bu iki ucun eleştirmenleri de şahittir ki biz hep vasat yol üzere bulunduk. Oy verme veya meclise girmeye ilmî deliller ışığında baktığımızdan dolayı olumlu yaklaşmaktayız. Ancak herhangi bir partiye mensup olmadığımız gibi propagandasını yapma vb. bir uğraşımız da olmamıştır. Bizim bütün uğraş ve davetimiz İslam’a ve Allah’ın şeriatınadır.
Metodumuz İslam’ı bir bütün olarak içeren “Nebevi Metot” tur. Parti çalışmalarına ise bu Nebevi metotla yolumuza devam ederken önümüze çıkan bürokrasi vesair engelleri aşmada vasıta olarak kullanılabileceği şeklinde bakmaktayız. Dolayısıyla ne particiyiz ne particilerin veya herhangi bir partinin avukatıyız.
Böyle olunca da bir taraftan siyaset fanatiklerini yapıcı olarak eleştirirken, diğer taraftan da onları haram işlemekle hatta tekfirle itham edenlerin, haksız eleştirilerine cevap vermek bizim için görev haline gelmektedir. Umarız ki bu tutumumuz, her iki uç arasında bir arabuluculuk ve iki tarafın birbirine hoşgörüyle yaklaşmalarına vesile olur.
Şurası kesin ki bu cepheleşmelerden –hangi meşrebe mensup olursak olalım- daima biz zararlı çıktık. Bizi cephelere ayıranlar da parsayı topladılar ve toplamaya da devam ediyorlar. Dünya Siyonizm’inin şu temel prensibini unutmayalım “ Böl, Parçala ve Yönet” veyahut “Parçala ve Yut”…
Evet, dünya Siyonizmi bu prensipler çerçevesinde ellişer yıllık, yüzer yıllık planlar yapıp ilmek ilmek hayata geçirirken, biz de bilerek veya bilmeyerek bu oyunların figüranları oluyoruz.
“İki şerden hafif olanı tercih edilir.”
“ağır zarar hafif zararla giderilir”
Bu iki cümle İslam’ın temel ilkelerini açıklayan usul’ul- fıkıhtan birer kural olup üzerlerinde iyice düşünülmesi gerekir. Bu vb. kurallar bize çıkış yolları gösterirken biz ısrarla önyargılarımızın mahkumu olup önümüzdeki yolları kesiyor, kapıları kapatıyoruz. Var olan ruhsatları tercih etmek, kesinlikle taviz vermek olmadığı gibi sapmak da değildir. Bazen ruhsatın azimete tercihi efdal hatta farz olabilir.
Bilindiği üzere memleketimizde parlamenter sistem zaten mevcut ve meclisten çıkan her bir yasa, anayasa, karar, yönetmelik A’dan Z’ye her ferdi bağlamaktadır. Yani fert, bırakın faydalıyı, daha az zararlı olanı dahi tercih etmediği taktirde, daha çok zararlı olanın gelip hükmedeceği kesindir. Biz kafamızı kuma gömüp bu hakikati görmek istemesek de bu böyledir.
Basit bir örnekle biraz daha açalım: Diyelim ki siz bir köyde ikamet ediyorsunuz. Köyde muhtarlık seçimi var. İki de muhtar adayı var ve ikisi de gayrimüslim, muhtarlık tüzüğü de şirk içerikli. Ancak muhtarlardan biri mazlumlardan yana, diğeri bizzat kendisi zalim. Bu durumda Müslüman’ın da bir oyuyla müdahale imkanı varsa, oyunu mazlumdan yana olan muhtara kullanmak zorundadır. Aksi halde zımnen zalimi desteklemiş ve köy halkını zulme terk etmiş olur ve mesul olur. “Hilf’ul- Fudul” bu uygulamanın kendisidir.
Burada üçüncü bir çıkış yolu da yoktur. Yani bugün Müslümanların hicret edip sığınacakları bir “Medine”leri yoktur. Tüm İslam ülkeleri gayri Müslimlerin istilası altında olup, onların valileri konumundaki kuklaları tarafından idare edilmektedir. Kaldı ki şu anda kenara çekilip gitmek müslümanın kendi vatanını düşmanının eline koyuverip kaçması görünümündedir. Dolayısıyla biz bulunduğumuz coğrafyayı Medine’ye çevirmenin mücadelesini vermek zorundayız.
Günümüz uygulamasını Resulullah (s.a.v.) ve ashabının Mekke dönemine benzetmek de mümkün değildir. Zira:
1. Mekke’de böyle bir seçim yoktu , tamamen diktatörlük vardı. Eğer böyle bir seçim olsaydı Resulullah (s.a.v.) en azından “Yuhtaru ehven’uş- şerreyn” kuralı gereği “İki şerden ehven olanı seçerdi.” Habeşistan hicretleri ve Hilf’ul- Fudul, ehven olanın seçilebileceğinin apaçık delilleridir. (Doğrusunu Allah daha iyi bilir.)
2. Mekke’de günümüzdeki gibi kurumsallaşmış bir devlet yoktu. Resulullah (s.a.v.) ve ashabı (r.a) Dar’un- Nedve’yi reddetmekle hakikaten reddetmiş oluyorlardı ve oradan çıkan hiçbir karar, onları bağlamıyordu. Dolayısıyla Resulullah (s.a.v.) ve ashabı (r.a) onların kanun ve kuralları dışında kendi inançlarına uygun bir hayat yaşayabiliyorlardı. Ama bizim için durum böyle değil, bütün hayatımızda, içinde bulunduğumuz sistemin kanun ve kurallarına -istesek de istemesek de- bağımlıyız.
Şu anda var olan rejim’in temsilcileri “Meclisten çıkan kanun ve yönetmelikler bu sistemi benimseyip oy kullananları bağlar, diğerlerini bağlamaz.” deseydi o zaman benimseyerek oy kullanmak kesinlikle küfür olurdu. Benimsemeyip geçerli bir sebeple kullanmak ise en azından haram olurdu. Ancak böyle bir durum asla söz konusu değildir.
Tartışmalar sadece zarar getirdi
Siyaset tartışmaları özellikle 1980 - 1990 yıllarında çok yoğun olmak üzere günümüze kadar halen nice zamanlarımızı heder eden bir konudur.
Bunun sonucunda gerek bireyler ve gerekse gruplar olarak huzursuzluk, kin, buğz, düşmanlık ve birbirimizi terk etmeye varan olumsuzluklar yaşadık ve halen yaşamaktayız. Bu sonuçsuz ve bazı faydaları olsa da zararları daha fazla olan tartışmalar yalnız siyasetle sınırlı değildir…
— Türkiye Darul harp mı, Darul İslam mı?
— Cuma namazı farz mı, değil mi, kılınır mı, kılınmaz mı?
— Mescitler “Mesid-i Dirar mı?” mescitlerde namaz kılınır mı kılınmaz mı?
— İmamlar ( hâşâ ) kâfir mi, Müslüman mı, arkalarında namaz kılınır mı, kılınmaz mı?
— Mezheplilik mi, mezhepsizlik mi?
— Sünniliğin pasif, Şiiliğin ise aktif olduğu iddiası(!)
— Cemaatçilik ihtilafları, bu ihtilafların iftiraka dönüşmesi, taassup…
— Hilal mi, takvim mi tartışmaları vs. vs…
Bu konulardan her birinin kendi başına ayrı ayrı ele alınıp incelenmesi artı ve eksilerinin ortaya konması gerekir. Ancak burası yeri değil. (isteyen kardeşlerimle konuyu detaylı değerlendirmeye de varım)
Allah (cc) kalplerimizin arasına ülfet koyup saflarımızı birleştirsin. Amîn…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi